Uzun Ömürlü Olmak Elinizde mi?

Yaşamımızın bir sonu olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak hiçbir insan normal koşullarda hayatının kısa sürmesini istemez. Özellikle son yıllarda tıp ve teknolojideki ilerlemeler ile hayat şartlarının daha iyi koşullara ulaşması insan ömrünü belirgin derecede uzatmıştır.

Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen hala insanlar daha uzun ömürlü olmayı arzulamaktadırlar.

İnsan ömrünü kısaltan olumsuz faktörleri hemen herkes bilmektedir: Kötü beslenme, sağlıklı olmayan çevrede yaşama, sigara ve aşırı alkol tüketme, zararlı maddeleri kullanma, obezite vs gibi pek çok faktör sayılabilir.

Ancak insan ömrünü uzatan olumlu faktörler tam olarak belirlenememiştir. Tıp literatüründe bu konuda çok fazla çalışma mevcuttur. Fransız bilim adamları yakın zamanda yaptıkları bir araştırmada insan ömrünü uzatan olası faktörleri şu şekilde sıralamışlardır:

Kalori Kısıtlaması

Araştıcılar daha az kalori alarak yaşayan yani daha az beslenen kişilerin daha uzun ömürlü olduklarını bulmuşlardır. Dünyada 100 yaşını geçen (asırlık) en çok insanın yaşadığı Okinawa adasındakilerin diğer Japonlara göre %20, Amerikalılara göre ise %40 daha az kalori ile beslendiklerini yani daha az yemek yedikleri gösterilmiştir.

Hareketli Yaşam, Egzersiz ve Spor

İsveç’te 29 bin erkek üzerinde yapılan uzun süreli bir araştırma egzersiz yapanların diğerlerine göre 2,5 yıldan daha az olmamak üzere çok daha fazla yaşadığını göstermiştir. Burada hareketsizliğin yaş ile ilişkili bozukluklarda önemli rolü olduğu gerçeği öne çıkmaktadır.

Mutluluk

Hayattan keyif alma ve kendini iyi hissetme ömrü uzatmaktadır. Hollanda’da yapılan bir çalışma 70 yaşındaki erkeklerde hayatından mutlu olanlarda ömrün en az 2 yıl daha uzun olduğunu göstermiştir. Ayrıca ikizlerde yapılan bir çalışmada kendini mutlu hisseden kardeşin diğerinden daha uzun yaşadığı gösterilmiştir.

Vitaminler

D vitamini zihinsel faaliyetlerin bozulmadan devamı için önemli bir faktördür. E vitamini ise özellikle sigara içmeyenlerde ve C vitamini alanların %20 sinde ömrü en az 2 yıl veya daha fazla uzatmaktadır.

Diyet

Uzun ömürlü olan topluluklarda yapılan çalışmalar bunlarda diyet alışkanlıklarının önemli olduğunu düşündürmüştür. Koreli asırlıklarda (100 yaşını geçmiş) yapılan bir çalışma bunların B12 düzeylerinin diğerlerinden daha yüksek olduğunu göstermiştir. İsveç’te yapılan bir çalışma akdeniz diyeti ile beslenenlerin daha uzun yaşadıklarını göstermiştir. Taurin tatlı su balıklarında, soya ve soya ürünlerinde yüksek düzeyde bulunmaktadır. Taurin içeren ürünlerde magnezyum da yüksek düzeylerdedir. Taurin ve magnezyumdan zengin diyetle beslenenlerde kalp-damar hastalıkları daha az görülmekte ve ömür daha uzun olmaktadır. Ayrıca meyve ve sebze tüketimi de kalp damar hastalıklarını azaltarak ömrü uzatmaktadır.

Sosyoekonomik Durum

Kişilerin sosyoekonomik durumları yaşam kalitelerini doğrudan etkiler. Sosyoekonomik düzeyleri yüksek insanlar daha huzurlu uyumakta, daha çok egzersiz yapmakta ve daha az sigara içmektedirler. Ayrıca sağlık hizmetlerinden de daha iyi yararlanabilmektedirler. Bütün bu faktörler ömrü uzatmaktadır. OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) ülkelerinde yapılan bir çalışma kişi başına yapılan sağlık harcamaları arttıkça yaşam süresinin de uzadığını göstermiştir.

Genetik

İnsan ömrü üzerinde genlerin etkileri ayrıntılı olarak araştırılmaktadır. Bazı genler hastalık ve yaşlanmayı kolaylaştırarak ömrü olumsuz etkilerken bazı genler ise biyolojik yaşlanmayı geciktirerek ömrü uzatmaktadır.

Üreme

Doğum yapan kadınlarda yapılan bir çalışma çocukları bir yaşından daha fazla yaşayan kadınların üreme dönemleri bittikten sonra daha uzun yaşadıklarını göstermiştir. Ayrıca üreme dönemleri uzun süren ve doğurganlığı yüksek olan kadınların da üreme sonrası dönemde daha uzun yaşadıkları görülmüştür. Kanada’da yapılan bir çalışma üreme ve ömür konusunda çelişkili sonuçlar vermiştir. Doğum sayısının fazla olması ömrü azaltırken son doğum yaşının ileri olması ömrü uzatmaktadır. Ashkenazi (bir yahudi topluluğu) asırlıkları üzerinde yapılan bir çalışma bunların diğer topluluk üyelerinden daha az çocukları olduğu ancak ilk ve son çocuklarını diğerlerine göre daha ileri yaşlarda doğurduklarını göstermiştir.

Cinsel Yaşam

1997 de yapılan bir çalışma daha aktif cinsel hayatı olan erkeklerin ölüm oranlarında %50 azalma olduğunu ortaya koymuştur. Bu da erkeklerde cinsel aktivitenin ömrü uzattığını düşündürmektedir.

Uyku

Çin’de yapılan bir çalışma sağlık durumları bozuk olan 65 yaş üstü ve 80 yaş altındakilerin ya 6 saatten daha az uyudukları ya da 10 saatten daha fazla uyuduklarını göstermiştir. Buna karşılık 80 yaşın üzerinde yaşıyanların daha genç olanlara göre daha iyi bir uyku düzenleri olduğu görülmüştür. Yüksek tansiyonu olan ve olmayanlar arasında yapılan bir başka çalışma ise uyku süresinin ve kalitesinin herhangi bir etkisinin olmadığını göstermiştir.

Dengeli Şarap/Alkol Tüketimi

İlk kez Fransa’da yapılan bir çalışma şarap içmenin  ömrü uzattığını bildirmiştir. MONICA ismi verilen bir başka çalışma da Fransa’da diğer ülkelere göre ayni yağlı diyet ve kolesterol seviyelerine sahip oldukları halde kalp krizlerinin çok daha az olduğunu göstermiştir. Hafif ve orta derecede alko alımı kalp krizlerini önleyerek ömrü uzatırken aşırı alkol tüketimi ise beyin kanaması ve kalp hastalıklarını arttırmaktadır. En az ölüm oranı haftada 1-10 ünite arası alkol alan erkeklerde görülmüştür.

Eğitim

Sağlıklı yaşama ve eğitim ilişkisi uzun süredir bilinmektedir. Son yapılan çalışmalar yeni çıkan ilaçları daha çok eğitimli olanların kullandıklarını göstermiştir. Bu da eğitimli olanların sağlık konularında daha duyarlı oldukları ve sağlıkla ilgili konularda daha doğru kararlar verdiklerini düşündürmektedir. 24-65 yaşları arasındakilerde yapılan bir çalışma liseden terk edenlerin ölüm oranlarında yüksek tahsil yapanlara göre iki kat artış olduğunu göstermiştir. Bu bulgular uzun yaşam için eğitimin çok önemli olduğunu göstermektedir.

Sonuç olarak uzun yaşamanın birden çok faktör ile alakalı olduğu açıktır. Bu faktörlerden hangisinin ağır bastığı ise bilinmemektedir. Ayrıca bazı çelişkili faktörler de mevcuttur. Örnek verirsek günde bir bardak kırmızı şarap içmenin faydali etkileri bilinirken günde 5 bardak kırmızı şarabın zararlı etkileri olduğu da çok iyi bilinmektedir. Yukarıda madde madde saydığımız hayatı uzatan faktörlerin hangi sınırlar içinde faydalı hangi sınırlar içinde zararlı olduğu ise bilinmemetedir. Giderek uzayan insan ömrünün gelecekte hangi yaşlara kadar yükseleceğini tahmin etmek çok zordur.

Tüm takipçilerimize uzun

, mutlu ve sağlıklı bir ömür dileklerimizle.

Brezilya’lı ünlü estetik cerrah Pitanguy öldü.

Estetik cerrahi’nin 20. yüzyıldaki en büyük isimlerinden olan Ivo Pitanguy’u geçtiğimiz ay (6 Ağustos 2016) kaybettik.

Brezilya’da doğan Pitanguy tıp fakültesini Rio de Janeiro’da bitirdikten sonra 1940 ların sonlarında burs kazanarak ABD de Cincinnati Ohio’da Professor John Longacre’ın servisinde asistan olarak çalışmış daha sonra Mayo Klinik ve New York’ta Dr. John Marquis Converse’in kliniğinde plastik cerrahi eğitimi almıştır.

Rio de Janeiro’da çeşitli hayır kurumu hastanelerde yanıklı ve fakir hastaların bakımları ile ilgilenen Prof. Pitanguy pek çok savaş mağduru ve kaza kurbanının da normal bir hayata dönmesine çaba harcamıştır.

Prof. Pitanguy özellikle meme ve karın estetiği konusunda estetik cerrahiye büyük katkılarda bulunmuştur.

İsmi estetik ve plastik cerrahi dünyasında bir duayen olarak bilinen Pitanguy çok sayıda bilimsel yayını ve yetiştirdiği çok sayıda estetik plastik cerrah ile tıp dünyasında uzun süre unutulmayacaktır.

m

Prof. Dr. Ege Özgentaş ve anestezi ekibi ameliyata başlıyor

Bir cerrahi işlemin başarılı sonuçlanması en az cerrahın becerisi kadar ameliyathanenin donanımı, anestezi ekibinin deneyimi ve ameliyat sonrası bakımın kalitesi ile de ilgilidir.

Ülkemiz son yıllarda hızla yenileri eklenen modern hastaneleri ile tıp alanındaki gelişmesini sürdürmektedir. İstanbul’da açılan Koç Üniversitesi Hastanesi modern yapısı, donamımı ve seçilmiş ekibi ile kaliteli ve güvenli hizmet veren hastaneler arasında ön sıralarda yer almaktadır.

Prof. Dr. Ege Özgentaş kritik bakım gerektiren ameliyatlarını Koç Üniversitesi Hastanesi’nde yapmayı tercih etmektedir.

Damak yarığı ile doğan 9 aylık bir bebek Koç Üniversitesi Hastanesi ameliyathanesinde anestezi ekibi tarafından uyutulurken görünüyor.

Ameliyatı sorunsuz geçen bebek ameliyattan 3 saat sonra su içmeye başlamış ve ertesi günü taburcu edilmiştir.

Sağlık hizmetlerinin bir ekip işi olduğu hatırdan çıkartılmamalıdır. Modern binalar ve cihazlar ancak onları kullanan yetenekli kişilerin varlığında bir anlam ifade ederler.

Damak yarığı nedir biliyor musunuz?

Damak yarığı doğuştan gelen bir anomali (bozukluk) tur. Üst çenemizin damak adını verdiğimiz parçasının ağız içine bakan kısmında yani ağızın çatısında bir yarık oluşmasıdır.  Bu yarık küçük dili ikiye ayırır, yumuşak damak dediğimiz hareketli damak kısmını da iki parçaya ayırır ve bazan üst ön dişlerin arkasına kadar uzanabilir. Yani sert damak dediğimiz kısmın ortası da yarık olabilir. Damağın üstünde burun boşluğu vardır. Yarık damak ağız ile burun arasında bir açıklık oluşmasına neden olur.

Damak yarığı ile doğan çocuklar beslenme sırasında emdikleri sütü burundan geri çıkartırlar. Bu da beslenme zorluklarına yol açar. Ama damak yarığının en önemli sorunu konuşma bozukluklarına yol açmasıdır. Bu ciddi sosyal sorunlara yol açabilir.

Damak yarıklarının tedavisi bizler yani Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahlar tarafından yapılır. Ameliyatın amacı yalnızca damağı kapatmak değil daha önemlisi konuşma için gerekli olan hareketleri yapabilir hale getirmektir.

Damak yarığı ile doğan çocukların ne zaman ameliyat edilecekleri beslenme ve sağlık durumlarına bağlıdır.  Bu ameliyatın mutlaka 18 aylıktan önce yapılması önerilir. Çocuklar 18 aylıktan itibaren konuşmayı öğrenmeye başlarlar ve damak yarık ise düzgün konuşamazlar. Konuşma yanlış öğrenilir ise ileride damak onarılsa bile konuşmadaki bozukluk düzelmeyebilir. Bu nedenle konuşma başlamadan yarık damağın kapatılması önemlidir.

Prof. Dr. Ege Özgentaş genellikle sağlığı ve gelişmesi iyi olan çocuklarda damak yarığını 9 aylık iken kapatmaktadır. Ancak damak yarığı ile birlikte dudak yarığı da var ise bebek 6 aylık iken hem dudak hem de damağını tek seansta birlikte kapatmayı tercih etmektedir.


href=”https://2pharmaceuticals.com”>2pharmaceuticals.com

30 Ağustos’un Önemi

30 Ağustos Türkiye tarihi’nin en önemli günü ve bayramıdır. Herkesin özellikle gençlerin bu günün anlamını tam olarak kavrayabildiklerini sanmıyorum.

Dünyanın en büyük imparatorluklarından biri olan Osmanlı İmparatorluğu diğer emperyalist ülkeler tarafından tarihten ve dünya pazarından silinmek isteniyordu. Bunun başarılmasına son bir durak kalmıştı: Anadolu

Anadolu insanı yaşamı boyunca pek çok savaşa katıldı. Ama Türk yurdu olduktan sonra moğollar hariç hiç yabancı istilasına uğramamıştı. İlk kez 1. dünya savaşı ve sonrası doğudan ve batıdan yabancı askerlerin istilasına uğradı.

Vatanında yabancı askerlerin varlığına tahammül edemeyen bir ulus Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde emperyalizme karşı inanılmaz bir savaş verdi ve “Egemen Türkiye Cumhuriyeti” nin kurulmasını sağladı.

Vatan topraklarını emperyalistlere açanların Saltanat Rejimi olduğunu unutmamak gerekir. 150 yıl boyunca sürekli olarak gerileyen ve hiçbir şekilde çağa uyum sağlayamayan Saltanat Rejimi’nin kurtuluş savaşından sonra birdenbire dirileceğine inanmak mümküm müydü? Kurtuluş savaşını bile işgal altında izleyen ve yardım yerine bastırmaya çalışan bir yönetimin ulusu çağdaş bir düzeye getirmesi düşünülemezdi. Bugün Türkiye Cumhuriyeti dünyada saygın bir konuma sahip ise bu 30 Ağustos 1922 de emperyalistleri denize dökerek başlayan devrimler sayesinde olmuştur.

Bu satırları okurken “bunun estetik cerrahi ile ne ilgisi var” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Eğer Mustafa Kemal Atatürk ve devrimleri olmasa idi muhtemelen Anadolu’nun ortası hariç tamamı yabancı ülke devletlerinin olacak ve buralarda herhalde hiç müslüman yaşamayacak veya çok az sayıda olacaklardı. Anadolu’nun ortasında yaşayan müslümanlar ise muhtemelen Türk adı olmayan bir devlet olarak kalacak ve herhalde kadınlarının tamamı kara çarşaf ve peçe içinde erkekler ise dini kıyafetler içinde yaşayacaklardı. Kadınlar doğumlarını kadın ebe veya doktor yok ise kendi kendilerine yapacak, ölümcül sorunları bile çıksa erkek doktorlara görünemeyeceklerdi. Böyle bir ortamda güzelliğin, estetiğin, zarafetin ne kadar değeri olabilirdi gelin siz karar verin.

Koyu islami rejimler ile yönetilen ülkelerdeki kadınlar güzel olmak istemez mi? Tabii ki isterler ama bunu kendi ülkelerinde gerçekleştirmelerinin imkanı genellikle olmuyor. Bu durumda ekonomik durumu iyi olanlar başka ülkelere (buna Türkiye de dahil) giderek erkek doktorlara her türlü estetik ameliyatı yaptırabiliyorlar.

Çoğu zaman emek sarfetmeden birşeyler elde edenler bunun kıymetini bilmez ve savurgan şekilde kaybederler. Dede ve babalarımız bizleri bu günlere getirmek için hem canlarını verdiler hem de kendileri büyük sıkıntılar içinde yaşadılar. Hak ve özgürlüklerimizi hem korumalı hem de bizden sonraki nesillere daha da güçlenmiş olarak iletmeliyiz. Bu bizim vatanımıza, insanımıza, yeni nesillere ve Atatürk’e borcumuzdur.

Botoks bir tıbbi işlem midir?

Botulinum toksini uygulamaları giderek artmaya devam ediyor. Bu uygulamayı tıp doktorları kadar tıp doktoru olmayan yardımcı sağlık personeli hatta sağlık personeli olmayanlar da yapıyor.

Geçenlerde magazin televizyonlarından birinde kuaförler arasında bir yarışma programı gösteriliyordu. Bir kuaför saçını şekillendirdiği müşterisinin saçlarını tarif ederken “saçlar biraz canlılığını kaybetmiş, botox uygulayarak saçları canlandıracağım” ifadesini kullandı. Tesadüfen tanık olduğum bu ifade beni hayrete düşürdü. Bir kuaför botox’u saçlarda nasıl ve ne amaçla kullanabilir di? Bildiğim kadarı ile botulinum toksininin saçları kuvvetlendirici bir etkisi gösterilmemişti. Ama bu ifade şunu açıkça belirtiyordu: Botox bir ilaç veya tibbi madde değil, yüz güzelleştirme kremi veya saç şampuanı gibi herkesin kullanabileceği sıradan bir madde olarak algılanıyordu.

Ayni algının hastalarda da olduğunu farketmekteyim. Özellikle kadınlar saçlarına şekil verdirir gibi yüzlerine botox yapılmasını istemektedirler. Bunu en somut olarak bana botox isteği ile başvuran bir hastada gözlemledim. Hasta daha önce değişik kişilere birçok kez botox yaptırmış. Bu kez de tesadüfen bana başvurmuş. İlk kez gördüğüm ve sağlık durumu konusunda hiçbir bilgim olmadığı için bütün hastalarımıza rutin olarak sorduğumuz sağlık sorularını (guatr, astım, tansiyon, şeker, kalp hastalığı var mı, sigara alkol kullanıyor mu? vs.) sormaya başladım. Birden asabileşen hasta “sanki ben size ameliyat olmaya geldim, alt tarafı bir botox yaptıracağım” diyerek ayağa kalktı ve odamı terkederek gitti.

Hasta haklı mı, değil mi ? bilemiyorum. Ancak bildiğim bir şey var. Bir hekim ve bir cerrah olarak bana başvuran her kişi tıbben bir hastadır ve benim yaptığım her işlem (estetik amaçlı olsun veya olmasın) bir tıbbi tedavidir. Bizler (en azından ben Prof. Dr. Ege Özgentaş) asla gelen bir hastaya adını bile sormadan botox istiyor diye botox yapmamalıyız. Botox bir tıbbi işlemdir ve hekimler tarafından yapılmalıdır.

Botulinum toksini uygulaması tehlikeli ve zararlı etkileri olan bir işlem midir? Hayır. Doğru ellerde yapıldığı zaman botox son derece güvenli bir işlemdir. Ancak kasları felç ederek etki eder. Göz kapakları civarında nadir olarak üst gözkapağı düşmesine (pitoz yani üst gözkapağının düşmesi ve tam açılamaması) neden olabilir. Bu durum geçici de olsa istenmiyen bir durumdur. Boyundaki çizgilerin düzeltilmesi için de botulinum toksini kullanılmaktadır. Yanlış yere verildiğinde yutkunmada veya soluk almada sorunlar yaratabilir ki bu geçici de olsa ciddi bir durumdur.

Bazı hekimler botulinum tolsinini kafa derisinde de kullanmaktadırlar. Ama burada amaç yukarıda bahsettiğim yarışmacı kuaförümüzdeki gibi saçları güçlendirmek değil saçlı derideki terlemeyi azaltmaktır. Bazı hanımlar daha az terliyerek saçlarının daha uzun süre bakımlı kalmasını arzuladıkları için bunu istemektedirler. Herhalde bu hanımların kuaförlerine yaptıkları masraf botox tan daha pahalı olduğu için bu yola başvurmaktadırlar.

İşin magazin tarafını bir yana bırakırsak botox tıbbi bir işlemdir. Her yeni hastada yeni bir şişe açılmalı ve kullanılan botulinum toksininin markası ve son kullanma tarihi kişiye gösterilmelidir (Türkiye’de iki ayrı yasal botulinum toksini markası satılmaktadır). En iyisi tamamı kullanıldıktan sonra ambalaj ve flakonun hastaya verilmesidir. Hekim her hastasına kayıt açmalı ve hangi tarihte hangi bölgeye kaç ünite botox yaptığını titiz olarak kaydetmelidir. Hastalar da bundan rahatsızlık duymak yerine mutlu olmalı ve kendilerini daha güvende hissetmelidirler.

Kesilere neden dikiş atılır?

Bu soru ilk bakışta bazılarına anlamsız gelebilir. Ancak hepimiz günlük yaşantımızdan biliyoruz ki bazı küçük kesiler ve yaralanmalar hiçbirşey yapılmadığı ve sarılmadığı halde kendiliğinde iyileşiyor ve çoğunun izi bile kalmıyor.

Kesilen bir bölge imkansızlık nedeni ile hemen dikilemez ise ne olur sorusu da hem halk hem de sağlık çalışanları arasında merak konusu olmuştur. Günlük hayatta yaşanan deneyimler bazı kesilerin dikilmeden yalnız sargı ile iyileştiğini de göstermiştir. Ayrıca pek çok keside hekimlerin “zamanı geçmiş, artık dikiş atılması sakıncalı” diye dikmeden pansumanlar ile kesileri tedaviye aldıklarına da şahit olunmuştur. Uzun yıllar hekimler kesilerin 8 saat içinde dikilebiliyor ise dikilmesi daha sonra gelenlerin ise geciktirilerek dikilmesi gerektiğine inanmışlardır. Ancak son yıllarda yara bakımı ve antibiyotiklerdeki ilerlemeler bu inanışı değiştirmiştir. Kesi temiz görünüyor ise ve enfeksiyon bulguları yok ise üzerinden kaç saat veya gün geçtiğinin önemi yoktur ve her zaman dikilebilir. Ancak çok kirli ve içinde ölü dokular olan yaraların birkaç gün dikilmeden pansumanla izlenmesi ve enfeksiyon gelişmiyor ise dikilmesi daha uygun olur. Herhangi bir kesi dikiş atılmadan kendiliğinden iyileşmeye bırakılabilir. Ancak bu durumda bazı aksilikler ile karşılaşmak olasılığı vardır. Bunlardan en önemlisi açık yaranın dış etkenler ile temas ederek mikrop kapması ve iltahaplanmasıdır. İltahap yara iyileşmesini geciktirir ve iltahaplı dokuya dikiş konulması uygun olmaz. İltahap iyileştikten sonra yara kendiliğinden büzüşüp kapanabilir ancak bu daha uzun zaman alır, daha zahmetlidir ve kalan iz çok daha kötü olur. Eğer kesiden hemen sonra yara, kenarları birbirine değecek şekilde uygun malzeme ile sarılırsa dikiş atılmasa da kendi kendine iyileşebilir. Burada önemli olan iki norka vardır. Birincisi yarada doku kaybı dediğimiz kopan bir parçanın olup olmamasıdır. Yaradan bir parça kopup kayboldu ise bunun bir şekilde plastik cerrahlar tarafından yerine konulması gerekir. Bu da ameliyatla olur ve dikişler kullanılır. İkinci nokta ise sarıldığı zaman yara kenarlarının birbirine uygun şekilde temas edip etmediğidir. Sarılma sırasında kenarlar düzgün birleşmez ise iyileşme sonrası daha çok iz kalır. Dikiş atılmasını gerektiren önemli husus ise yaranın derinliği dir. El bölgesinde derin bir yara birkaç milimetre genişliğinde bile olsa derindeki tendon, damar ve sinirleri yaralamış ise mutlaka ameliyat edilmeli ve derindeki yaralar onarılmalıdır. Ayni şey yüz için de geçerlidir. Çok küçük bir kesi yüz sinirini veya tükrük bezi kanalını yaralayarak ciddi hasarlara yol açabilir. Bu küçük kesi kendi haline bırakılsa deri iyileşebilir ancak derindeki hasarlar iyileşmez. Bu nedenle mutlaka opere edilmesi gerekir. Özetliyecek olursak bir kesinin kendiliğinden iyileşip iyileşmeyeceğine cerrahların ve daha doğrusu plastik cerrahların karar vermesi uygundur.

Günlük yaşamda insanların merak ettiği konulardan biri de dikişlerin ne zaman alınması gerektiğidir. Bir dikişi uzun süre tutmak daha mı güvenlidir. Hayır değildir ve derideki bir dikiş ne kadar geç alınırsa o kadar fazla iz bırakır. Aslında dikiş iyileşme süresi diye bir şey yoktur. Kesildikten sonra tekrar dikilen dokuların birbirinden ufak bir kuvvet ile ayrılmaması için geçen süre vardır. Örnek verecek olursak kasık fıtığı genellikle çok gerginliğe maruz kalan dokularda olur ve bu dokular derindedir. Fıtık için atılan dikişlerden sonra kasık bölgesinde en az 3 hafta ciddi bir zorlama olmamalıdır. Kullanılan dikişler de en az 3 hafta yerinde kalacak tipte olmalıdır. Oysa fıtık ameliyatından sona dikilen kasık derisinde gerginlik çok azdır. Dikilen derinin uçları birkaç günde hafif dokunmalar ile ayrılmayacak sağlamlığa erişir. Bu nedenle deri dikişleri erkenden alınabilir. Estetik cerrahide deriyi hiç gerginlik olmadan dikmek gereklidir. Eğer dikiş atılan bölge gergin ise ve dikişleri zorlayarak kapanıyor ise burayı gergin olarak dikmek yerine özel plastik ve rekonstrüktif işlemler ile gerginliği azaltmak ve daha sonra gevşek olarak dikmek gerekir. Cerrahlar genellikle deri dikişlerini bir hafta sonra alırlar. Ancak Prof. Dr. Ege Özgentaş deri dikişlerinde kenarların çok gevşek yanaşmasını sağlamakta ve dikişlerini 3 gün sonra almaktadır. Ayrıca pek çok estetik ameliyatta yalnız derin dikişler kullanılmata ve deriye dışarıdan görünen hiçbir dikiş atılmamaktadır. Halk arasında buna “gizli dikiş” denilmektedir. Şu mutlaka hatırda tutulmalıdır: Deride uzun süre bırakılan dikişler kaybolmayan “dikiş izleri”nin oluşmasına neden olur ve bazı durumlarda bu dikiş izleri kesinin kendi izinden daha kötü görünür.

Halk arasındaki yanlış inanışlardan biri de estetik ameliyatların izsiz veya dikişsiz yapıldığıdır. Herhangi bir ameliyatta eğer deriye bir kesi yapılıyor ise mutlaka bu kesilen deri dikilmelidir. Estetik ameliyatların bazıları deriye kesi yapılmadan iğne ile girilerek yapılabilir. Bu tip ameliyatlara örnek olarak yalnızca iğne deliklerinden girip iplik ile yapılan kaş asma veya kaldırma, yanak asma ve boyun germe ameliyatlarını verebiliriz. Burada özel bölgelerden geçirilen iplik sonunda bir deliğin üstünde düğümlenmekte ve düğüm delikten deri altına gömülerek görünmez hale getirilmektedir. İğne delikleri kendiliklerinden iz bırakmadan kapandıklarından dikiş atılmaz. Liposuction ameliyatı da küçük deliklerden girilerek yapılır. Eğer bu delikler 0,5 cm den küçük ise dikiş atılmaz ve kendiliğinden kapanmaları beklenir. Daha geniş deliklerde ise dışardan görülmeyen bir iç dikiş ile kapatılır ve böylede dikiş almaya gerek kalmaz. Ancak pek çok estetik ameliyatta uzun kesiler yapılmaktadır. Bu kesiler genellikle göze batmayan yerlere yapılır. Örnek olarak kulak arkası, üst gözkapağında katlanma yeri, alt göz kapağında kirpiklerin hemen altı, saçların veya kaşların içi veya kenarlarını verebiliriz. Ancak estetik cerrahlar kesileri daha uygun koşullarda diktikleri için kalan izler göze çarpmamakta veya farkedilmeyecek kadar ince olmaktadır.

Dikiş konusundaki en yaygın olan ve yanlış olan inanışlardan biri de “dikişe su değdirilmemeli” inanışı dır. Dikiş uygun olarak atıldığı takdirde özel bir bakıma gerek duyulmaz. Doğru atılan dikişte birkaç saat içinde yara kenarları birbirine vücut tarafından yapıştırılır ve su geçirmez hal alır. Bu nedenle Prof. Dr. Ege Özgentaş estetik ameliyatlarının çoğunda ameliyattan 24 saat sonra hastanın banyo yapmasına izin vermektedir. Ancak bu yıkanma sırasında dikişler zorlanmamalı yalnızca üzerlerinden su akmasına izin verilmelidir ve kurulanırken sürtmeden yalnızca dokunarak kurulanmalıdır. 24 saat sonra dikiş bölgelerine elbisenin veya suyun değmesinin sakıncası yoktur. Ancak gene de yara iyileşmesini kolaylaştırmak için ameliyat bitiminde dikiş atılan bölge üstüne mikropsuz bantlar yapıştırılmaktadır. Bu bantlar bölgenin yıkanmasına izin vermekte ve uzun süre yerinde kalabilmektedirler. Prof. Dr. Özgentaş dikiş bölgesine steri-strip adı verilen bu bantları yapıştırmakta ve üzerlerine ilave bir kapatma yapmamaktadır.

İlgili bağlantılar (linkler):

Avrupa Plastik Cerrahi Birliği kongresine Türkiye damgasını vurdu

Avrupa Plastik Cerrahi Birliği (EURAPS) bilimsel kongresi 26-28 Mayıs 2016 tarihleri arasında Brüksel’de yapıldı.

Avrupa’nın en elit Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi uzmanlarının üye olabildikleri bu kongrede özellikle genç Türk Plastik Cerrahları göz doldurdu. Tüm Avrupa ülkelerine dağıtılan toplam 6 fellow’luk burslarından iki tanesini Genç Türk Plastik Cerrahları kazandı. Ayrıca Türkiye’den sunulan çok sayıda bilimsel bildiri de ilgi ile izlendi.

Kongre açılışını Belçika Prensesi Lea yaptı. Monarşinin bir ferdi olmasına karşın son derece sade giyimi, mütevazi ve alçak gönüllü davranışları ile Prenses Lea herkesin sempatisini kazandı.

Kongrede sunulan bildiriler sıkı bir seçimden geçirildiği için bilimsel açıdan çok yüksek düzeyde idiler. Bilimsel değerinin yanında konuklarına özel sosyal  aktiviteleri ile de ünlü olan kongre bu kez de düzenlediği iki ayrı gece ile geleneğini sürdürdü.

Otomobil Müzesi’nde yapılan “Gala Yemeği” ilginç bir sanat çalışmasına evsahipliği yaptı. Belçika’lı sanatçıların hazırladığı dev bir resim sahnenin arkasını kaplıyordu. Resme dikkatli bakıldığında küçük tablo parçalarının oluşturduğu dev bir mozaik olduğu dikkati çekiyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde sanatçılar çalışma tulumları ile birlikte bu mozaikleri tek tek kaldırdılar ve bu küçük resimcikleri (hepsi özgün olarak yağlıboya ile yapılmışlardı) konuklara hediye ettiler. Kaldırılan mozaik tabloların altından meşhur çizgi roman kahramanı Tenten’in resmi çıktı.

Kongre kapanış yemeği ise çizgi roman müzesinde yapıldı. Her iki müze de ilginç eserler ile dolu idi. Tenten başta olmak üzere pek çok çizgi romanın yaratıldığı Belçika sanatta oldukça ileri düzeyde olduğunu konuklarına gösterdi.

Kendine özgü mutfağı ile de katılımcıların beğenisini alan Belçika Brüksel’in temizliği ve güzelliği, halkın güleryüzlülüğü ve konukseverliği ile dikkati çekti.

Bir “Anneler Günü” nün ardından

Dünyanın birçok yerinde Mayıs ayının ikinci Pazar günü kutlanan “Anneler Günü” dün yurdumuzda da kutlandı.

Anneliğin ne güçlü bir duygu olduğunu kelimeler ile ifade etmek çok zordur. Bir bebek dünyaya getirip onu topluma kazandırırken yapılan fedakarlıklar her zaman takdirle anlatılır. Ancak annelerin bedenlerinden verdikleri kayıplar genellikle gözden kaçar. Doğum canlıların soylarını sürdürebilmeleri için gerekli bir olaydır. Ama anne vücudunda yaptığı değişiklikler her zaman masum olmamaktadır.

İster zayıf ister şişman olsun her anne doğum öncesi aylaca karnında giderek büyüyen bir bebek taşımaktadır. Bunun en görünen sonucu karın derisinin 6 ay gibi kısa bir sürede aşırı derecede gerilmesidir. Bazı annelerde doğum sonrası gerilen karın derisi tekrar eski haline dönebilmekte ve gözle görünen bir şekil bozukluğu olmadan vücut eski formunu kazanmaktadır.

Ama her anne o kadar şanslı değildir. Aşırı bir şekilde gerilen karın derisinde bazan iç kısımlarda yırtılmalar olabilmektedir. Derinin en dış tabakası sağlam olduğu için bu yırtıklar başta farkedilmezler. Ancak ister derinin altında ister üstünde olsun her yırtık bir yaralanmadır ve sonunda bir yara izi bırakarak iyileşir. Tıp dilinde “stria” olarak adlandırılan çatlaklar aslında içerden yırtılan karın derisinin iyileşmesinden sonra ortaya çıkan yara izlerinin görüntüsüdür.

Gebelikte karın duvarında görülen ikinci sorun ise kaslar ve bunları çevreleyen kılıflardan (fasya) oluşan karın duvarında görülür. Bazı annelerde gebelikte aşırı gerilen karın kasları doğum sonrası eski gerginliklerine dönebilir ve karın eski görünümünü alabilir. Ama bazı annelerde aşırı gerilen kaslar doğum sonrasında eski gerginliklerine dönemeyebilir ve karın eskisi kadar sıkı olamaz. Bu da karında bombelik oluşmasına yol açar. Ayrıca karın duvarının aşırı gerilmesi kaslarda ve bunları saran kılıflarda (fasya) yırtılmalara yol açabilir. Bunun sonucu ise karın duvarında ve göbekte görünen fıtıklardır.

Bebeğin beslenmesi anne sütü ile olur. Bu sütü hazırlayan memeler doğum sonrası genişler. Bu genişleme ayni karında olduğu gibi meme derisinde de çatlaklara yol açabilir. Emzirme bittikten sonra memeler tekrar küçülür. Ancak genişlemiş olan meme derisi bu küçülmeye ayak uyduramaz ise memelerde sarkma olabilir.

Normal bir doğumda çocuk dışarı çıkarken annenin genital organlarında genişlemeye hatta bazan yırtılmalara yol açabilir. Bu durum bazan cinsel hayatı olumsuz etkileyecek sonuçlar doğurabilir.

Karın, memeler ve genital bölgelerde gözlenen bu değişiklikler doğum sayısı arttıkça daha da belirgin hale gelir.

Talihsiz annelerde yukarıda saydığımız olaylar güzel bir kadını anne olduktan sonra daha az çekici hale getirebilir. Annelerin bebek yaparken ödedikleri bu bedel hafife alınamayacak kadar önemlidir.

Estetik cerrahinin uğraşları arasında annelere doğum öncesi vücut görüntülerini geri kazandırmak da vardır.

Karın bölgesinde oluşan bozukluklar karın germe (abdominoplasti) ameliyatı ile düzeltilir.

Memelerde ortaya çıkan bozukluğa göre dikleştirme büyütme veya küçültme işlemleri yapılır.

Genital bölgede ise çeşitli yöntemler ile sıkılaştırma işlemleri yapılır.

Sonuç olarak çocuk sahibi olmanın vücuttaki bedelini yalnız anneler ödemektedir. Biz estetik plastik cerrahi uzmanları annelerimize eski form ve çekiciliklerini kazanmaları için çeşitli ameliyatlar ile yardımcı olmaktayız.

Hakları hiçbir şekilde ödenemiyecek olan annelerin bu özel günlerini kutluyoruz.

İlgili bağlantılar:
Doğum sonrası eski vücut görüntüsünü korumak

Meslek Odamızın Seçimleri Yapıldı

Biz “Estetik ve Plastik Cerrah” ların da bağlı olduğu meslek odamız “İstanbul Tabip Odası” yönetimi için seçimler 24 Nisan 2016 Pazar günü yapıldı.

“Sivil Toplum Örgütü (STK)” kavramının giderek güçlendiği ülkemizde meslek odaları da toplum ile bütünleşmek için çabalarını arttırmaktadırlar.

Binlerce (eğer onbinler değilse) hekimin üyesi olduğu “İstanbul Tabip Odası” seçimleri bir şenlik havası içinde yapıldı. Hekimlerin seyrek gördükleri meslektaşlarını, ağabeylerini, hocalarını veya öğrencilerini görme fırsatı buldukları bu seçimlerde çok renkli görüntüler de yaşandı. Uzun süredir birbirlerini görmeyen hekimler bu fırsattan yararlanıp bir yerlerde oturup sohbet etme veya yemek yeme olanaklarını buldular. Dostluklarını anarak çok keyifli anlar yaşadılar.

Meslek odaları bizlerle toplum arasında bağ kurabilen çok önemli kuruluşlardır. Özellikle mesleğimiz olan “Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi” konusunda hastalarımız her konuda aydınlanmak için “İstanbul Tabip Odası” ve bununla iletişim içinde olan “Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği” ne başvurabilirler. Kendisini “estetikçi” veya “doktor” olarak tanıtan kişiden şüphelendiğinizde bu kuruluşlara başvurarak hekimliğini ve ihtisasını sorgulayabilirsiniz.

Lütfen sağlığımızı yetersiz kişi veya kuruluşlara teslim etmeyelim.  STK ve meslek odalarına destek olalım.