Estetik Güzellik İkilemi

Kısa bir süre önce Üniversite TV de sayın Lale Akın ile birlikte İstanbul Stüdyosunda bir program yaptık. Bu programda estetik cerrahinin hangi mucizeleri yarattığını veya bir saatten daha kısa sürede nasıl çok güzel bir yüze sahip olunabileceğini veya ameliyat yapmadan bir burun estetiğinin nasıl gerçekleştiğini konuşmadık. Bunlar yerine toplumumuzda “estetik” kavramının aslında “güzellik” kavramı ile eşleştirildiğini ve bunun doğru olmadığını irdeledik.

Güzellik ve Estetik Salonlarındaki Olası Riskler

Normal koşullarda “tıbbi işlemler” yapması yasak olan bu salonlarda giderek doktor kontrolunda olmadan lazer, dolgu enjeksiyonu, botulinum toksini enjeksiyonu ve deri altına yerleştirilen bazı cihazlar ile yüz gerginleştirilmesi gibi işlemlerin yapıldığını duyuyoruz. Bu işlemlerin hepsi tıbbi işlemlerdir ve şu anda mevcut yasalar uyarınca yalnızca Dermatolog (deri hastalıkları uzmanı) ve Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi uzmanları tarafından yapılmaları gerekmektedir.

Bu konuda yaptığım söyleşiyi aşağıdaki videoda izleyebilirsiniz:


Sosyal medyadaki paylaşımlarımızı izlemek için aşağıdaki logolardan uygun gördüklerinize tıklayabilirsiniz:


Malign Melanom

Derimize rengini veren boyalar deri içindeki özel hücreler tarafından üretilir. Bu hücrelere melanosit adı verilir. Melanosit hücreleri deriyi koruyan melanin adı verilen bir boya salgılarlar. Uzun süre güneş gören bölgelerin esmerleşmesi melanositlerin melanin salgılaması ile olur.

Nevüs

Melanosit hücreleri hemen herkeste zararsız deri tümörleri oluştururlar. Bunlar kahverengı renkte deri ile ayni hizada veya kabarık olabilirler. Halk arasında bunlara ben veya et-beni adı verilir. Normalde nevüsler doğumdan sonra çeşitli zamanlarda ortaya çıkar ve sayıları kişiden kişiye değişen miktarlarda artar. Ancak doğuştan olan nevüsler de mevcuttur ve bunlara konjenital nevüs adı verilir. Büyüklükleri değişiktir. Nadir olarak çok geniş alanları kaplayacak boyutlarda olabilirler.

Melanoma

Vücudumuzdaki çok sayıdaki melanositler bazı koşullarda ve çoğu zaman da nedeni bilinmeden nevüs’e benzeyen ancak çok tehlikeli olan deri tümörleri oluşturabilirler. Bunlara melanoma veya malign melanom adı verilir.

Neden olur?

Melanoma deride daha önce mevcut olan kansere eğilimli bir oluşumdan gelişebildiği gibi tamamen sağlıklı deride kendiliğinden de oluşabilir. Melanoma’nın oluş nedeni birçok kanserde olduğu gibi tam olarak bilinmez. Ancak bazı etkenlerin melanomayı tetiklediği bilinmektedir. Bunlar:

Ultraviyole ışınları

Birçok melanomanın gelişmesindeki sorumlu faktör ultraviyole ışınlarının etkisi altında kalmaktır. Hem ultraviyole A (UVA) hem de ultraviyole B (UVB) kanser yapıcı etkilere sahiptir. Bu ışınlar ticari solaryumlarda da mevcuttur. Halk arasında güneş ışınlarının sağlıklı bünye yarattığı inancı yaygındır. Aslında bunun aksine deri denilen ortanımıza en fazla zarar veren ve hızlı yaşlandıran etken güneş ışınlarıdır.

Güneş Yanıkları

En riskli durumlar seyrek olarak güneş gören bölgelerde belli aralıklarla tekrarlayan ani, şiddetli ve su toplaması ile birlikte güneş yanıklarının oluşmasıdır. Bu durum özellikle deniz kenarında oturmayan kişilerde yaz tatilleri sırasında sık olarak görülmektedir. Güneş koruyucu yağların yaygın olmadığı geçmiş yıllarda deniz tatillerinin ilk günlerinde ciddi güneş yanıklarına ne kadar sık rastlandığını yaşı biraz ileri olanlar çok iyi hatırlarlar. Melanoma’ların çoğu güneş gören bölgelerde oluşur. Ancak avuç için, ayak tabanı ve genital bölge gibi güneş görmeyen bölgelerde de melanoma çıkabilir.

Sonradan melanoma’ya dönebilen deri lezyonları.

Derideki nevüsler (benler) sonradan melanoma dönüşebilmektedir. Bunlar başlıca:

  • Sonradan çıkan sıradan nevüs (ben) ler.
  • Displastik nevüs (şüpheli ben)
  • Konjenital nevüs (doğuştan mevcut ben)
  • Hücresel mavi nevüs (mavi ben)

Ciddiyetine göre risk faktörleri

Yüksek risk oluşturan durumlar:

  • Ben (nevüs) lerde sonradan ani değişiklikler olması
  • Ailesel melanom hikayesi olanlarda displastik nevüslerin bulunması
  • Bir kişide 2 mm veya daha geniş çapı olan 50 den fazla nevüsün bulunması

Orta derecede risk oluşturan durumlar

  • Aile fertlerinden birinde melanoma olması
  • Daha önce melanoma tedavisi geçirme
  • Bölgesel displastik nevüslerin mevcudiyeti
  • Konjenital nevüs

Hafif derecede risk oluşturan durumlar

  • Bağışıklığı baskılayan tedaviler (immünosüpresyon)
  • Güneş ışınlarına duyarlılık
  • Daha önce su toplaması ile birlikte olan ani ve şiddetli güneş yanığı geçirme
  • Çillenme

Tanı konulması

Melanoma tanısı ancak şüpheli bir nevüsten biyopsi alınması ve patolojide tetkik edilmesi ile konulur. Bir nevüsün şüpheli olduğunu düşündüren bazı durumlar vardır. Bunlar:

  • Hızlı  büyüme
  • Ani renk değiştirme
  • Kenarların düzensiz görünüm alması
  • Nedensiz yere ülser veya kanamanın ortaya çıkması

Biyopsi

Bir nevüsün tehlikeli olup olmadığına dermatoloji (deri hastalıkları) uzmanları karar verebilir. Ancak kesin tanı mutlaka şüpheli lezyonun tamamen çıkartılıp patolojik incelemeden geçirilmesi ile konulabilir. Bunun dışında hiçbir laboratuvar tetkiki  veya görüntüleme (radyoloji MR, BT PET vs) yöntemi kesin tanı kondurmaz ve yapılmaları gereksizdir. Ancak bu tetkikler tanı konulmuş ve ilerlemiş hastaların takibinde yararlıdır. Biyopsi iki türlü alınır:

  1. Nevüs küçük ise tamamı alınır ve tetkike gönderilir. Çıkarılma sırasında kenarlarda 1-2 mm kadar sağlam deri bırakılmasına ve deri altı yağ dokusuna kadar inilmesinde yarar vardır. Birçok tümör için bu şekilde çıkarma tam bir tedavi sağlar. Ancak sonuç şüpheli gelirse ileri tedavi planlanır.
  2. Nevüs büyük ise en şüpheli kısmından deri altına inecek kadar birkaç mm eninde tam tabaka bir dilim alınır ve tahlile gönderilir. Sonuca göre kesin cerrahi planlanır.

Tedavi

Deri melanoma’sının tedavisi kesinlikle Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi uzmanları tarafından yapılmalıdır. Bu tedavide hem tümör güvenli bir sağlam deri ile birlikte çıkartılır hem de sıçrayabileceği lenf düğümleri kontrol edilir. Tümörü çıkartırken dikkat edilmesi gereken şey geriden tümör bırakmıyacak kadar geniş alınmasıdır. Bu geniş alınma bölgenin yapısının bozulmasına yol açabilir. Ancak plastik rekonstrüktif cerrahi yöntemleri bu bozuk yapıyı yeniden yerine koyabilir. Görüntü bozulmasın diye gerekenden daha küçük bölgenin çıkartılması hastanın hayatına mal olabilir. Erken dönemde yakalandığında melanoma cerrahi çıkartılma ile tamamen temizlenip yok edilebilen bir hastalıktır. Ancak iler dönemlerde cerrahi tedaviye rağmen hastalık tekrarlar ise veya cerrahi yetersiz kalmış ise kemoterapi, radyoterapi, immünoterapi gibi tedaviler için diğer branşlar da devreye girer.

Önemli uyarılar

Deri lezyonlarının çok önemli bir kısmı iyi huyludur. Bunların bazıları lazer cihazları, koter cihazları ve kimyasal maddeler ile yakılarak veya soğuk tatbiki ile dondurarak ortadan yok edilebilirler. Bu yöntemler ameliyathane gerektirmediği için masraflı değildir. Ayrıca daha az iz bıraktıkları gibi yanlış bir inanış mevcuttur. Ancak önemli bir dezavantajları vardır. Eğer bunlar şüpheli lezyonlar ise gerçek tanının ne olduğunu ve yapılan tedavinin uygun olup olmadığını önceden anlamak mümkün değildir. Çünkü ortada tahlil edilecek bir parça yoktur. Deneyim karar vermekte önemlidir ancak bazı durumlarda en tecrübeli göz bile küçük bir kanser veya melanomu fark edemeyebilir. Bunlar yetersiz yakıldıklarında veya dondurulduklarında bir süre sonra daha geniş olarak tekrarlarlar. Bunun nedeni benlerle oynanması değil tedavinin yanlış yapılmasıdır. Yüzdeyüz emin olmadıkça hiçbir deri lezyonu biyopsiye gönderilmeden tedavi edilmemelidir. Prof. Dr. Ege Özgentaş çıkarttığı her tümörü görünüşü ne kadar masum olursa olsun istisnasız olarak patolojik incelemeye gönderir.

Sonuç

Malign melanom (veya melanoma) erken yakalandığında tam olarak tedavi edilebilir. Erken tanı için vücuttaki benlerin belli aralıklar ile deri hastalıkları (dermatoloji) uzmanları tarafından kontrol edilmeleri gereklidir. Şüpheli durumlarda mutlaka plastik ve rekonstrüktif cerrahi uzmanları tarafından uygun cerrahi tedavi gerçekleştirilmelidir. Melanoma tedavisinde estetik kaygılar tamamen bir tarafa bırakılmalı hayat kurtarma üzerinde yoğunlaşılmalıdır.


Sosyal medyadaki paylaşımlarımızı izlemek için aşağıdaki logolardan uygun gördüklerinize tıklayabilirsiniz:


Ticari Dolgular ve Yağ Dolgusu

Ticari Dolgular ve Kişinin Kendi Yağ Dokusunun Karşılaştırılması

Yaklaşık 1990 ların sonlarına kadar yaşlı yüz görüntüsünü düzeltmek için yapılan estetik ameliyatlar genellikle yüzdeki deri sarkmaların ve kırışıklıkların düzeltilmesini hedef alıyordu. Ancak daha sonra yaşlanmanın yaptığı değişiklikler daha iyi anlaşılmaya başlandı. Özellikle yüz bölgesinde yaşlanma ile birlikte yumuşak dokularda bir erime ve sarkma oluyor. Yaşlanma sırasında en belirgin olarak göz altlarındaki yağ dokuları erir ve buna bağlı olarak derinde olan ve normalde dikkati çekmeyen göz altı yağ torbaları görünür hale gelerek dikkat çekmeye başlar. Ayrıca gözlerin alt iç taraflarındaki yanak kısımlarında yağ dokuları eriyerek “gözyaşı olukları” adı verilen dikine çöküklükler yapar. Ayni şekilde ağız kenarlarındaki yumuşak dokular azalarak buralarda “Marionette Çizgileri” adı verilen oluklar oluşturur. Marionette kelimesi bu bölgeyi çok iyi ortaya çıkaran bir portredeki kadının adından esinlenerek alınmıştır. Modern konsepte yüz yaşlanmasını bir balonun sönmesine benzetebiliriz. Gergin balon sönmeye başlayınca çeperleri buruşmaya başlar. Bunun düzelmesi için kenarların gerilmesi yetmez. İçindeki hacmin de arttırılması gerekir. Yani balon tekrar şişirilmelidir. Bu kavramı yaşlanmış yüzlerin tedavisine uygularsak yaşlı yüzlerdeki doku kaybının yani sönmenin düzeltilmesi gerekir. Bunun için de yüzdeki çökmüş ve sönmüş bölgelerin uygun bir doku veya madde verilerek tekrar doldurulması yani şişirilmesi gereklidir. Bu işi gerçekleştirecek maddeleri sonunda firmalar üretmeyi başardılar ve “dolgu” adı altında piyasaya sürdüler.

Ticari dolgu tipleri

Günümüzün ticari dolgularını iki ana grupta toplayabiliriz.

  1. Vücutta mevcut olan organik yapıları taklit eden ve göreceli olarak doğala yakın maddelerden yapılan dolgular: Bunlar oldukça güvenilir yapıdadır. Enjekte edildikleri bölgede bir süre sonra vücuttaki özel hücreler tarafından yok edilirler. Bu süre aylar veya bir yıldan biraz uzun bir zaman birimi olabilir. Bu nedenle istenen sonuç zamanla azalacağından belli aralıklar ile tekrarlanmaları gerekmektedir. İyi tarafları bunları yok edecek yapılar (enzimler) ticari olarak üretilmektedir. Böylece istenmedikleri durumlarda üzerlerine yapılacak enjeksiyonlar ile eritilebilirler.
  2. İnorganik yani canlı dokularla ilgisi olmayan maddelerden yapılan dolgular: Bunların en önemli özelliği vücut tarafından yok edilemeyişleri yani kalıcı olmalarıdır. Ancak kalıcı olmak olumlu bir özellik gibi görünse de her zaman böyle değildir. Bunları vücuda zarar vermeden yok edecek ticari maddeler mevcut değildir. Bu nedenle istenmeyen bir durum ortaya çıktığında tek seçenek cerrahi olarak çıkartılmalarıdır. Bunu gerçekleştirmek ise her zaman mümkün olmayabilir.

Ticari dolgu maddelerinin avantajlı yanları:

  • Piyasadan kolayca satın alınabilirler
  • Raflarda oda sıcaklığında uzun süre saklanabilirler
  • Uygulanmaları çok kolaydır. Ucunda iğnesi olan enjektörlerde satılırlar.
  • Herhangi bir anesteziye gerek olmaksızın bir muayene koltuğunda özel bir donanıma ihtiyaç olmadan kullanılabilirler.
  • Etkileri enjeksiyon yapıldığı anda ortaya çıkar.
  • Dolgu yapılan kişi işlemden hemen sonra normal işi ve yaşamına geri dönebilir.
  • Ciddi komplikasyonları göreceli olarak azdır.
  • Tedavi maliyeti göreceli olarak ucuzdur.

Sakıncalı yanları:

  • Piyasada çok sayıda ürün mevcuttur. Hangilerinin güvenli olduğunu saptayacak geçerli bir yöntem yoktur. FDA-(Amerikan) Gıda ve İlaç Yönetimi tarafından onaylanan ürünler güvenli sayılabilir ancak ürünlerin FDA onayı alıp almadıklarını anlamak sıradan kişiler için kolay değildir.
  • Ürünler çok az miktarda dolgu maddesi içerirler. Bu miktar genellikle 1 ml dir. Geniş alanlara dolgu yapmak için çok sayıda ürün kullanmak gerekir bu da maliyeti arttırır.
  • Nadir olarak alerji veya istenmeyen reaksiyonlara neden olabilirler. Bunların ciddiyeti hafif ile çok ağır arasında değişebilir.
  • Ürünlerin güvenliği az miktarlarda kullanıldığında test edilmiştir. Bu maddelerin ayni bölgeye çok fazla miktarlarda enjekte edildiklerinde nasıl yanıt alınacağı genellikle bilinmemektedir.

Kişinin kendi yağ dokusu

Dolgu maddesi olarak kullanılmak üzere başka bir seçenek daha vardır: Kişinin kendisinden alınan dokular. Deri altı dokusu (dermis) kas ve fasya gibi çeşitli dokular dolgu maddesi olarak kullanılabilirler. Ancak en sık kullanılan doku vücutta en bol bulunan ve kullanımı en kolay olan yağ dokusudur. Yağ dokusu karından, belden, bacak içlerinden veya diz içlerinden alınabilir. Ancak alınması bir cerrahi işlemdir ve ağrılıdır. Bunun için bir ameliyathane ve anestezi gerekir. İşlemin büyüklüğüne göre lokal anestezi ile günübirlik yapılabildiği gibi genel anestezi altında ve yatarak yapılmaları da gerekebilir. Yağların alınması küçük veya normal bir liposuction işlemidir. Küçük bir alandan bir enjektör ile ve elle yağlar alınabildiği gibi bir liposuction aleti de gerekebilir. Alınan yağlar enjekte edilmeden önce zenginleştirme işleminden geçirilir. Bu işlem hasta masada iken 15-20 dakika içinde gerçekleştirilebilir. Yağların verilmesi küçük enjektörler ile yapılır. Enjektör uçları normal iğneler olabildiği gibi künt uçlu kanüller (ince borular) da olabilir. Enjeksiyon sonrası değişen ölçülerde morarma (ekimoz) ve şişlik (ödem) görülebilir. Bunların kaybolması bazı kişilerde 3 haftayı bulabilir.

Enjekte edilen yağ dokusunun kalıcılığı

İlk verilişte yağ dokusunun bir kısmı ilk 3-4 ay içinde eriyebilir. Bu erime miktarı işlemi yapan cerrahın deneyimine ve yağ verilen bölgenin kan dolaşımına bağlı olarak %50 ye kadar çıkabilir. Ancak verilen yağın tamamı da tutabilir. Ancak normal koşullarda hiçbir zaman verilen yağın tamamı erimez. Kabaca 4 ay sonra kalan yağ miktarını kalıcı olarak kabul edebiliriz. Kalan miktar istenen sonucu karşılamaz ise 4. aydan sonra ayni bölgeye yeni bir yağ enjeksiyonu daha yapılır. Çoğu zaman ikinci yağ enjeksiyonunda erime miktarı daha az olmaktadır. Çoğu zaman şu şekilde bir mantık yürütülmektedir: Verilen yağların bir miktarı eriyor ise ilk seferde düşündüğümüzden daha fazla yağ verelim ve erime sonrası istediğimiz sonuca ulaşalım. Bu düşünce doğru değildir. Bazı durumlarda hiç veya çok az erime olabilir. Bu durumda bölge istenenden daha kabarık olacaktır ve sonucu olumsuz etkileyecektir. Bu nedenle doğru karar gerektiği kadar yağ vermektir.

Yağ dokusunun saklanması

İlk ameliyatta alınan yağ dokusunun bir kısmı ileride kullanılmak amacı ile saklanabilir. Yağlar özel derin dondurucularda (-80 dereceye kadar soğutabilen) birkaç yıla kadar saklanabilir. Tekrar kullanılmaları gerektiğinde donmuş yağlar eritilerek enjekte edilebilir.

Maliyet

Yağ dokusu ile dolgu yapılması ucuz bir işlem değildir çünkü alınma işlemi bir ameliyathanede yapılmalıdır. Ameliyathane kullanımı pahalıdır. Buna karşılık derin dondurucuda saklanan yağların eritildikten sonra enjekte edilmeleri lokal anestezi altında günübirlik bir işlem olarak yapılabilir. Bu tür enjeksiyonlar muayene koşullarında gerçekleştirilebilir. Ancak bir ameliyathanede yapılmaları tercih edilmelidir.

Prof. Dr. Ege Özgentaş 5 ml veya daha fazla miktarlarda dolgu gerektiğinde kişinin kendi yağını kullanmayı tercih etmektedir. Zaten olguların çoğunda bu miktarın çok üzerinde miktarlar kullanılmaktadır. Buna karşılık dudak dolgularında ve az miktardaki yüz dolgularında ticari dolguları kullanmaktadır. Ancak kullanılan dolguların FDA onayı alınmış ürünler olduğuna özen göstermektedir.

Aşağıdaki video 2016 yılında hazırlanmış olsa da hala geçerli olan bilgiler vermektedir.


Sosyal medyadaki paylaşımlarımızı izlemek için aşağıdaki logolardan uygun gördüklerinize tıklayabilirsiniz:


Migren ve Botulinum Toksini

Migren ve Modern Tedavisi

Migren nedir?

Duyularımız beyne çeşitli uyarılar gönderirler. Bu uyarılar sinirlerimizde elektrik akımına dönüşür ve çeşitli sinir bağlantılarından geçerek beyne ulaşırlar. Bu sinyalleri alan beyin gerekli hedeflere yanıt niteliğinde sinyaller gönderir. Çeşitli nedenlerle bu sistemde bir bozukluk olursa baş-boyun bölgesindeki (trigeminocervical) ağrı sistemi belli aralıklar ile uygunsuz olarak uyarılır ve migren baş ağrısı denilen hastalık ortaya çıkar. Diğer bir deyişle migren belli aralıklar ile ortaya çıkan, bir süre devam ettikten sonra sona eren ve bazan dayanılmaz şiddete ulaşan baş ağrıları ile kendini gösteren bir hastalıktır.

Migreni tetikleyen uyarı ve durumlar

  • Stres
  • Aşırı gürültü
  • Keskin kokular
  • Kadınlarda hormonal değişiklikler
  • Aşırı derecede fazla veya çok az uyku uyumak
  • Hava koşullarındaki ani değişiklikler
  • Kuvvetli veya yanıp sönen (titreşen) ışık

Bazı besinlerin de migreni tetiklediği gözlenmiştir

  • Alkol
  • Turşu
  • Fermente gıdalar
  • Bazı meyve ve yemişler
  • Çukulata
  • İşlenmiş et
  • Olgunlaştırılmış peynirler

Migren riski yüksek olan kişiler

  • Kadınlar
  • Ailede migren hikayesi olan kişiler
  • Çeşitli hastalığı olanlar: Depresyon, epilepsi (sara), bipolar bozukluk, uyku düzensizliği.

Bulgular (Sempotomlar)

Migrenin dört evresi vardır:

  1. Hazırlık (prodrome)
  2. Başlangıç belirtileri (aura)
  3. Belirtilerin tam olarak ortaya çıkması (semptomatik dönem)
  4. Ağrı sonrası (postdrome)

Hazırlık (prodrome) dönemi : Ağrıdan 24 saat kadar önce başlar. Aşırı esneme, ruhsal durumda açıklanamayan değişiklik, aş erme, aşırı idrara çıkma gibi durumlar görülebilir.

Başlangıç belirtileri (aura) dönemi: Ağrıdan hemen önce veya ağrı ile birlikte başlayabilir ve ağrı süresince devam edebilir. Kaslarda zayıflık, birisi dokunuyor veya sıkıştırıyormuş hissi, görme bozuklukları (zigzag çizgiler, ışık parlamaları) oluşabilir.

Belirtili (semptomatik) dönem: Önce hafif olarak başlayan ve giderek şiddetlenen ağrı görülür. Genellikle baş boyun bölgesinin tek tarafında olur. Ağrı gidip gelen atımlar şeklindedir. Beraberinde bulantı ve kusma, ışık koku ve sese aşırı duyarlılık görülür. Öksürme, hapşırma ve hareket etme ile ağrı daha da şiddetlenir.

Ağrı sonrası (postdrome) dönem: Hasta kendini zayıf, bitkin ve kafası karışmış hisseder. Bu durum bir güne yakın sürebilir.

Tanı konulması

Teşhiste hastanın şikayetleri çok önemlidir. Kesin tanı koyduracak bir yöntem yoktur. Ancak benzer belirtileri veren başka hastalıkları ekarte etmek için nörolojik muayene, MR (manyetik rezonans) veya BT (bilgisayarlı tomografi) dahil çeşitli testler yapılmalıdır. Şunu tekrar hatırlatmakta yarar vardır: Migren tanısını koyduracak özel bir laboratuar veya görüntüleme testi yoktur.

Tedavi

Migrenin kesin tedavisi yoktur. Şunlar yapılabilir:

  • İlaçlar: Çok çeşitli ilaçlar kısmen yarar sağlayabilir. Ancak uzun süre kullanıldıklarında etkileri azalır. 
  • Rahatlatıcı işlemler: Sessiz ve karanlık bir odada gözler kapalı olarak dinlenmek, bol sıvı almak ve ağrıyan bölgelere soğuk tatbik etmek
  • Cerrahi tedavi
  • Botulinum toksini tedavisi

Plastik Cerrahide Migren Tedavisi

Cerrahi tedavi: Son yıllarda baş boyun bölgesinde ağrının görüldüğü bölgenin sinirleri gevşetilerek ağrıların azaldığı veya kaybolduğu gözlenmiştir.

Butulinum toksini tedavisi: Yaklaşık 20 yıldan beri kullanılmaktadır. Ortaya çıkışı hastaların gözlemleri ile olmuştur. Herkes gibi migren hastaları da yüz, boyun, saçlı deri gibi bölgelere çeşitli amaçlar ile botulinum toksini yaptırmaktadırlar. Bazı migren hastaları botulinum yaptırdıktan sonra uzun süre yeni bir atak geçirmediklerini farkettiler. Hatta hafif ağrılarda oluşmuş ağrının da geçtiğini gözlemlediler. Bu bulgular ağrıyı yapan sinir uçlarının botulinum toksini ile çalışmaz hale getirilmesinin ağrıya iyi geldiğini düşündürdü. Günümüzde bu tedavi geniş olarak kullanılmaktadır. Genellikle ağrının olduğu bölgede bir adale bulunur. Bu adalelerin veya sinirinin botulinum toksini ile felç edilmesi bazı hastalarda belirgin yarar sağlamaktadır. Ancak botulinum toksini etkisi geçici olduğundan tedavinin belli aralıklar ile tekrarlanması gerekmektedir.

Prof. Dr. Ege Özgentaş migren baş ağrılarında ve boyun, sırt gibi bölgelerdeki ağrılarda uygun hastalarda botulinum toksini kullanmaktadır. Ağrının olduğu bölgedeki kaslar veya sinirleri botulinum enjeksiyonları ile çalışamaz hale getirilir. Ancak bunun için ağrı olan bölgelerin anatomisinin iyi bilinmesi ve enjeksiyonların doğru bölgelere yapılması gereklidir.


Sosyal medyadaki paylaşımlarımızı izlemek için aşağıdaki logolardan uygun gördüklerinize tıklayabilirsiniz:


Çikolata ve Sağlık

Kakao’nun Vücudumuza Yararı Var mı?

Yazımıza ilginç bir hikaye ile başlayalım. İspanyollar 16,17 ve 18. yüzyıllarda bugünkü Şili ve Peru bölgelerinde yaşayan İnka’lardan tonlarca altın ve gümüş çaldılar. Ancak bunların İspanya’ya taşınması kolay olmadı. Şili ve Peru Pasifik Okyanusu, İspanya ise Atlantik Okyanusu kıyısında idi. Ganimetlerin iki okyanus arasında taşınabileceği en dar kara parçası Panama bölgesi idi. Taşımayı burada yaşayan Kuna yerlilerine yaptırdılar. Ormanlık bölgede çok zor şartlarda çalışan bu yerlilerin yaşam süreleri çok kısa idi. Bu şartlara dayanamayan Kuna yerlilerinin bir kısmı kaçarak San Blas Adalarına yerleştiler.

Panama Kanalı ve Bir Gözlem

Panama kanalı inşaatı sırasında bir Amerikan Askeri Birliği burada gözlemci olarak bulunuyordu. İşçiler arasında Kuna yerlileri de vardı. Birliğin sıhhiye görevlisi ilginç bir şey fark etti. Kuna yerlilerinin kan basınçları diğer çalışan işçilere göre çok daha düşük idi. Acaba düşük kan basıncı genetik bir özellikten mi kaynaklanıyor yoksa çevresel bir faktör mü buna neden oluyordu? Kuna yerlilerinin çoğunluğu San Blas adalarında yaşıyordu ve burada en bol bulunan yiyecek kakao ağacının tohumları idi. Adalarda yaşayanlar kakao çekirdeklerinden elde edilen gıdaları bol miktarda tüketiyorlardı.

2007 yılında Panama Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Hollenberk ve arkadaşları bir araştırma yaptılar. Panama ana karasında yaşayanlar ile yalnızca Kuna yerlilerinin yaşadığı San Blas adalarında yaşayanların ölüm nedenlerini incelediler. Panama’da yaşayanların ölüm nedenleri arasında kalp damar hastalıkları ve kanser çok yüksek bir oran tutarken adada yaşayan Kuna yerlilerinde kalp damar hastalıkları ve kanserden ölüm çok daha azdı. Acaba bunun kakao ile bir ilişkisi olabilir miydi?

Kakao , Kokoa ve Çikolata

Kakao bitkisinin adı Theobroma cacao dur. Bu bitkinin işlenmemiş tohumlarına kakao adı verilir. Bu çekirdeklerin kavrulup öğütüldükten sonraki toz haline ise kokoa tozu veya yalnızca kokoa denilir. Çikolata ise kokoa tozunun çeşitli işlemlerden geçirildikten sonra içine şeker ve yağ ilave edilmesi ile elde edilen bir besindir. Çikolata sevilen bir gıda olsa da uzun süre sağlıklı ve fit bir yaşam sürmek isteyenlerin uzak durduğu bir madde olmuştur. Ancak son yıllarda kakao ve buna bağlı olarak çikolatanın sağlığa yararlı etkileri üzerindeki çalışmalar artmaktadır.

Kakao Tozu (Kokoa) İçindeki Yararlı Maddeler

Kakao yaklaşık 500 yıldır tıpta kullanılmaktadır. Tohumların içinde polifenol antioksidanların alt grubu olan flavonoidler bulunur. Özellikle kateşin ve epikateşin flavanolleri önemlidir. Son yıllarda bitkisel flavanollerin insan hücreleri üzerindeki yararlı etkileri araştırılmaktadır. İnsanlarda damarların bütünlüğünü nitrik oksit denilen bir madde korur. Oksidatif stres arttıkça nitrik oksit görevini yeterince yapamaz ve damarların yapısı bozulur. Yapısı bozulan damarlarda daralma ve büzüşme (vazokonstriksiyon) artar. Bu da kalp damar sistemi hastalıklarını, yüksek tansiyon ve diyabeti tetikler. Kakao tozunda yüksek miktarda bulunan flavanoller nitrik oksit yapımını arttırır. Artan nitrik oksit ise damarların genişlemesine yol açarak kan basıncını düşürür. Sağlıklı insanlarda 4 gün boyunca yüksek dozda flavanol içeren toz kakao (kokoa) verildiğinde belirgin bir damar genişlemesi (vazodilatasyon) olduğu görülmüştür. Ancak içinde düşük miktarda flavanol olan kakao tozu verildiğinde ayni damar genişlemesi saptanmamıştır.

Çikolata Kan Basıncı İlişkisi

Çalışmalar yüksek tansiyonu olan kişilerde az miktarda çikolatanın bile kan basıncını düşürebildiğini göstermiştir. Bu etki çikolata içindeki flavanol miktarı yüksek ise ortaya çıkmaktadır. Flavanoller en yüksek düzeyde kakao ağacı tohumlarında bulunur. Bu tohumlara yapılan her işlem (kavurma ve öğütme dahil) flavanol miktarını azaltmaktadır. Hele çikolata yapılırken konulan şeker ve ilave işlemler flavanol miktarını iyice düşürmektedir. Sütlü çikolatada siyah çikolataya göre daha az flavanol vardır. Ancak her şekersiz ve siyah çikolata flavanolden zengin demek değildir. Çikolatanın siyahlaştırılması alkalizasyon denilen bir yöntemle yapılırsa flavanoller yok olmaktadır.

Hangi Çikolata Sağlığa Yararlı

İçinde yüksek miktarda flavanol içeren çikolataların yararlı etkileri vardır. Bu yararları şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Damarların genişlemesine (vazodilatasyon) yol açar.
  • Kan basıncını düşürür
  • Kalp damar sistemi hastalıklarına yakalanma oranını azaltır
  • Diyabete yakalanma oranını düşürür
  • Konjestif kalp yetmezliği olanlarda damar fonksiyonlarını düzeltir ve platelet (trombosit de denilir) fonksiyonlarını azaltır (trombositler pıhtılaşmayı sağlar, flavanoller bunu yavaşlatır).

Ancak bu yararların sağlanması için çikolatanın fazla miktarda flavanol içermesi gerekmektedir. Bunun için de şunlar gerekli:

  • Kakao çekirdekleri mümkün olduğu kadar az işlemden geçirilmeli
  • Şeker içermemeli
  • Süt içermemeli
  • Saf zeytinyağı dışında başka yağ içermemeli.

Ancak yukarıdaki özellikleri taşıyan çikolatanın keyifle yenecek bir lezzetinin olmayacağını da dikkate almamız uygun olur.

Özet

Çikolata (ve kakao) içerdiği flavanoller zengin ise sağlığa yararlıdır. Ancak bunun mümkün olması çikolata üreticilerinin özel bir çaba harcaması (ve ilave maliyet) ile olur. Aksi takdirde bol çikolata tüketmek kilo almaya ve buna bağlı olarak kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet gibi hastalıklara yol açmaktan başka işe yaramayabilir.


Sosyal medyadaki paylaşımlarımızı izlemek için aşağıdaki logolardan uygun gördüklerinize tıklayabilirsiniz:


Yanık İzlerinin Modern Tedavisi

Günümüzde Modern Yanık İzi Tedavisi

Geniş yanıklar hala bilinen en ağır yaralanma biçimidir.. Günümüzde yanıklara bağlı ölümlerde ciddi azalmalar sağlanmıştır. Ancak birçok yanık iyileşme sonrası ciddi izler bırakmaktadır. Bu izlerin tedavisi yakın bir zamana kadar neredeyse mümkün değildi. Günümüzde bu konuda ciddi ilerlemeler sağlanmıştır.

Yanık izlerinin klasik tedavisi

İzi kesip çıkartmak ve uç uca dikmek

Eğer yanı izleri dar bir alanda ise ve kenarlarında normal deri mevcut ise bu alan kesilerek çıkartılır ve etraftaki deri ortaya yaklaştırılarak dikilir. Bu şekilde çizgi şeklinde bir iz elde edilir. Ancak bu çizgi şeklindeki izin de zamanla kenarlara doğru açılarak genişlemesi veya kırmızılaşıp kabarması mümkündür.

İzi çıkartıp deri yaması konulması

Yanık izleri geniş bir alanı kaplıyor ise bu izler kesilerek çıkartılır ve üzerine kişinin kendisinden alınan deri yaması konulur. Deri yamasına tıp dilinde “greft” adı verilir. Ancak bu deri yaması vücudun başka bir yerinden alınmalıdır ve deri yaması alınan bölgede de iz kalma olasılığı vardır. Deri yamasının alındığı yerde iz kalma derecesi yamanın kalınlığı ile ilgilidir. Ne kadar ince yama alınırsa alınan yerde o kadar az iz kalır. Buna karşılık ince deri yamasının konulduğu yerde oluşturduğu görüntü yeterince güzel değildir. Etrafındaki normal deriden farklı görünür ve estetik olarak hoş durmaz. Kalın deri yamaları konuldukları bölgede daha kaliteli bir görüntü oluştururlar. Buna karşılık alındıları bölgede çok daha çirkin bir iz kalır. Deri yamaları da ancak belirli genişlikteki bölgelere konulabilir. Her iki bacak, göğüs ön duvarının tamamı veya sırtın tamamı gibi geniş alanlara konulacak yeterli büyüklükteki deri bulmak zor hatta imkansızdır. Buraları yamamak için ayni bölgeden belli aralıklar ile tekrar tekrar deri yaması almak gerekir. Bu da hem yama konulan hem de alınan bölgede kaliteli bir görüntü sağlamaz. Yani estetik amaç için uygun değildir.

Tam tabaka deri yaması konulması

Yalnızca yüzü tutan yanıklarda tüm yüze tam tabaka deri yaması konulması kaliteli ve estetik açıdan olumlu bir görüntü sağlayabilir. Ancak yüz derisinin alanı sanıldığından çok daha geniştir ve bu kadar büyük deri alınan bölge kendiliğinden iyileşemez. Buraya başka yerlerden alınan kısmi kalınlıkta yama konulması gerekir. Bu da yüz dışındaki bölgelerde çok geniş izlere yol açar.

Yüz nakli

Yüz nakli geniş yüz yanıklarında umut veren bir tedavi şeklidir ancak kolay bir yöntem değildir ve günümüzde yüz dışı yanık izi bölgelerinde kullanılmamaktadır.

Yanık izinin görüntüsünü düzeltme

Şu ana kadar anlatılanlar sınırlı yanık izlerinde kullanılan günümüzde de geçerli olan klasik tedavi yöntemleridir. Peki bu yöntemlerin hiçbirinin işe yaramadığı geniş yanık izlerinde farklı tedaviler uygulanabilir mi? Örneğin izi kesip çıkartamıyor isek onun görüntüsünü daha iyi hale getirebilir miyiz? Bu konuda son yıllarda büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Şöyle özetleyebiliriz:

Özel lazer tedavileri

Fraksiyonel lazerler özellikle Fraxel dual lazer yanık izlerinde ve diğer yara izlerinde olumlu sonuçlar vermektedir. 1550 nanometre ve 1927 nanometre boyutlarında iki ayrı dalga boyu ile çalışan bu lazer hem izlerin kırmızılık ve kabarıklığını azaltmakta hem de koyu lekelerin giderilmesine yardımcı olmaktadır. Bu tedavinin bir olumsuz yanı tek seansta yeterli sonucu verememesidir. En az bir ay (bazan daha uzun) aralıklarla tekrarlanması gerekmektedir. Kaç seansın yeterli olacağını önceden belirlemek mümkün değildir ve bazı izlerde çok sayıda tedaviye ihtiyaç duyulabilmektedir. Fraxel uygulaması çok aşırı derecede olmasa da ağrılıdır. Bu nedenle tedavi öncesi uygulama yapılacak bölgelere ağrı azaltıcı bir krem sürülür ve yaklaşık 2 saat kadar beklenir. Daha sonra tedavi gerçekleştirilir. Günübirlik bir işlemdir. Doğru yapılırsa deride görünen bir yara olmaz. Hasta hemen banyo yapabilir. Ancak tedavi uygulana bölgenin güneşe gösterilmemesi ve dışarıdan tahriş edilmemesi şarttır. Bölgeye özel nemlendirici merhemler sürülür. Tedavi sonrası bir iki gün süren hafif ağrı ve kızarıklı olabilir. Ancak bunlar hemen düzelir. Tedavi bölgesinde deride pullanma ve bu pulların dökülmesi gözlenir. Bölgenin tamamen normale dönmesi ortalama bir ayı bulabilir. Bu nedenle tekrarlanan tedaviler bir ay veya daha uzun aralıklar ile yapılır. Çocuklarda bu tedaviyi uygulamak zordur. Bu nedenle çok hafif verilen bir anestezi altında bu işlem gerçekleştirilir ve hemen sonrasında hasta evine gönderilir. Bütün bunlara karşın Fraxel lazer halen günümüzdeki en etkin tedavi araçlarından biridir.

Yanık izi içine ilaç enjeksiyonları, silikon, merhem ve baskı tedavileri

Yanık izlerinin büyük çoğunluğu sert, kırmızı ve kabarıktır. Bunların içine çeşitli ilaçların enjekte edilmesi sertlik ve kabarıklığı alır ve yumuşama sağlar. Bu ilaçlar bazı kanser ilaçları ve kortizon içeren ilaçlarıdır. Ancak bunların enjeksiyonu özel bir deneyim gerektirir. Yanlış yerlere enjekte edilirlerse istenmeyen sonuçlara yol açabilirler. Ayrıca bunların dozu da önemlidir. Çok geniş yanıklara doz kısıtlaması nedeni ile yapılamayabilirler. Bu durumda yanık izi küçük parçalara ayrılır ve her seansta başka bir bölgeye enjeksiyon yapılır. İlaç enjeksiyonları bir veya üç ay aralıklar ile tekrarlanmalıdır. Kaç kez yapılacakları önceden bilinemez. Defalarca yapılmaları gerekebilir. Enjeksiyonlar genellikle çok hafif ağrılıdır ve bu nedenle direk olarak uygulanabilirler. Ancak ağrı eşiği düşük olan kişilerde enjeksiyon öncesi bölgeye ağrı kesici bir krem sürülerek yaklaşık iki saat beklenir ve daha sonra enjeksiyon yapılır. Çocuklarda bu tedavi ancak anestezi altında yapılabilir. Bunun için hastaya çok hafif bir anestezi verilerek enjeksiyonlar yapılır ve hemen ardından hasta evine gönderilebilir. Bu hastalara ayni zamanda silikon tabakalar üzerinden baskı uygulaması ve yara yumuşatıcı merhemler de verilmektedir.

Kök hücreli yağ enjeksiyonları

Yanık izi tedavisindeki en güçlü yöntemlerden biridir. Kişinin kendi yağı alınır ve mümkünse bazı işlemlerden geçirilerek kök hücrelerden zenginleştirilir. Daha sonra bu yağ dokusu izlerinin içine enjekte edilir. Yağ dokusunun yanık izi içine enjeksiyonu çok ağrılı değildir. Bu nedenle lokal anestezi ve hafif bir sakinleştirme ile yapılabilir. Buna sedasyon anestezisii denilir. Ancak yağ dokusunun alınması ağrılıdır. Bu işlem büyük bir enjektör ile deri altındaki yağların emilerek alınması şeklinde yapılır. Ancak hastaya çok fazla miktarlarda yağ verilmesi gerekli ise bu durumda önce liposuction ameliyatı yapılır ve daha sonra alınan yağlar işlemden geçirilerek enjekte edilir. Yağ enjeksiyonunun bir kez yapılması yeterli değildir. En az 3 ay aralıklar ile defalarca yapılması gerekebilir. Her seansta yeniden yağ dokusu alınması masraflıdır ve mantıklı değildir. Bu nedenle ilk seansta gerekenin birkaç katı üzerinde yağ dokusu alınır. İşlendikten sonra ihtiyaç kadarı enjekte edilir ve fazlası -80 derecede derin dondurucuda saklanır. Aylar sonra yeniden verilmesi gerektiğinde ihtiyaç kadarı eritilir, sakinleştirme anestezisi altında enjekte edildikten sonra ayni gün hasta evine gönderilir. Yağ verilen bölgelerde yalnızca iğne izleri dışında yara olmadığından özel bir tedavi gerekmez ve hasta hemen günlük yaşamına geri döner. Bu tedavinin yapılabilmesi için hastanın alınabilecek fazladan yağ dokusunun olması gereklidir. Çok zayıf hastalarda ve çocuklarda uygulanması uygun değildir.

Derinin soyulması ve ince deri yaması yöntemi (zımpara ve cila)

Bu yanık izi tedavisinin en son aşamasıdır. Buna kolay hatırlanması açısından “zımpara ve cila” adını verebiliriz. Bazı yanık izleri tamamen düzelir ancak bölgede yalnızca beyaz bir leke kalır. Serlik, kabarıklık, kaşıntı vs yoktur. Bu durumlarda diğer tedaviler beyazlığı gidermekte yetersiz kalır. Kişisel olarak uyguladığım tedavi beyaz bölgenin üzerine yüzeyel bir zımpara yapmaktır. Buna dermabrazyon denilir ve dönen tırtıklı silindirler ile mekanik olarak yapılır. Daha sonra bu zımparalanan ve kanayan bölgenin üzerine özel olarak alınmış bir deri yaması konulur. Bu deri yaması vücudun başka bir yerinden alınır. Farklı olarak alınan bu deri yaması bölgesinde genellikle iz kalmaz. Bu yama traşlanmış bölgeye yapıştırılır. Yama iki üç gün içinde yapışır ve yaklaşık bir hafta sonra yerine oturur. Bölgede hafif kahverengi bir iz kalır. Her zaman bu izin deri rengi ile ayni renk olacağı garanti edilemez ama her durumda beyaz lekeden daha az dikkati çeken bir iz bırakır.

Tedavinin başarı yüzdesi ve süresi

Hastaların en çok sorduğu sorulardan birisi bu tedavinin başarı şansıdır. Hemen söyleyelim. Bu tedavi bir mucize değildir ve asla %100 başarı sağlamaz. Ancak şu an dünyada bilinen en geçerli tedavidir. Başarı her hastada farklıdır. Bazı hastalarda %70 üzerinde silinme sağlanırken bazı hastalarda ancak %40 civarında yarar sağlanmaktadır. Ancak bu başarı oranı bile hastaları mutlu edebilmektedir çünkü ağır yanık izlerinde bu oranlara başka yöntemler ile ulaşma şansı yoktur. Ayrıca bu tedavi ileri yıllarda geliştirilecek yeni yöntemler için de sakınca oluşturacak bir sekel bırakmamaktadır. Tedavi süresi değişkendir. Genellikle bir yılı geçmektedir. Hastalar tedaviden yarar gördükçe devam etmekte yarar vardır. Bazı hastalar tedavinin belli bir aşamasında düzelmeyi yeterli bularak daha fazla devam etmek istememektedirler. Bazı durumlarda ise tedavi bir limite erişmekte ve daha fazla düzelme mümkün değil denilerek tarafımızdan sonlandırılmaktadır.

Sonuç

Günümüzde geniş yanık izlerinin tedavisi artık daha başarılı yapılabilmektedir ve yanık izi ile yaşamak bir kader değildir.


Sosyal medyadaki paylaşımlarımızı izlemek için aşağıdaki logolardan uygun gördüklerinize tıklayabilirsiniz:


Keloid

Keloid ve Tedavisi

Deride oluşan her yaralanma bir iz (tıbbi adı ile skar veya nedbe) bırakır. Keloid yaralanmadan sonra oluşan anormal ize verilen isimdir.

Normal yara iyileşmesi

Deride bir yaralanma olduğu zaman deri kenarlar birbirinden uzaklaşır ve ortada bir açık alan oluşur. Yaraya dikiş atılmasa bile bu açık alan bazı hücrelerin çekmesi ile ortaya yaklaştırılır ve yara kenarlarının birbirine dokunması sağlanır. Ancak yara kenarlarının sağlam bir şekilde birbirine kaynaması için kollajen adı verilen iplikçikler bir ağ oluştururlar ve artık kenarların tekrar koparak birbirinden ayrılmasına engel olurlar. Yara ne kadar geniş ve derin ise burayı sağlamlaştırmak için üretilen kollajen o kadar fazla olur. Üretilecek kollajenin miktarı vücut tarafından otomatik olarak ayarlanır ve biz hekimlerin bu konuda fazla bir müdahale seçeneğimiz yoktur. Yara bölgesine biriken kollajen deride gözle görülür bir iz bırakır. Bu nedbe ilk birkaç ay içinde giderek kırmızı, sert ve deriden kabarık bir görüntü oluşturur. Ancak üçüncü aydan sonra yavaş yavaş içindeki kollajen miktarı azalır, kırmızılık sertlik ve kabarıklık bir miktar normale döner. Buna tıpta yaranın olgunlaşması adı verilir. Vücut tarafından otomatik olarak düzenlenir ve dışarıdan ancak kısıtlı bir müdahale yapılabilir. Yara izinin olgunlaşıp son halini alması genellikle bir yıl bazan iki yıl sürebilir. Normal şartlarda yara skarı değişen boyut ve renkte olabilir ama orijinal yaralanmanın dışındaki normal deriye uzanmaz.

Keloid nedir?

Bilinmeyen nedenler ile derideki bir yaralanma kontrolsüz bir iyileşme olayına yol açabilir. Yaralı bölgeye biriktirilen kollajen miktarı kontrolden çıkar. Çok sert kırmızı ve kabarıklığı yaralanan bölgenin ötesine geçen bir nedbe oluşur. Yanaktaki bir milimetrelik bir sivilcenin patlatılması bazan santimetre ile ölçülecek genişlikte bir nedbeye yol açabilir. Kulak memesine küpe için açılan bir delik kulağın önemli bir kısmını içine alacak kadar geniş bir ize yol açabilir. Normal yara izlerinin (nedbelerin) aksine keloid zamanla düzelme göstermez.

Keloidin görüntüsü

Keloid nedbeler (skarlar) karakteristik olarak çok sert, kırmızı veya daha koyu renkli, kaşıntılı, basmakla ağrılı olurlar. Yüzeyleri pürüzsüz ve parlaktır. Üzerlerinde saç veya kıl yoktur. İleri derece geniş ve kabarık olabilirler. Ancak daima orijinal yaralanmadan çok daha geniş bir alanı içine alırlar. Keloid görüntü olarak rahatsız edici olmasına karşın tehlikeli bir hastalık değildir ve ciddi sağlık sorunları yaratmaz.

Kimlerde görülür

Keloid herkeste olabilir ancak gelişme çağındaki çocuklarda ve gençlerde daha sık görülür. İleri yaşlarda ortaya çıkması çok nadirdir. Koyu renk derisi olanlarda açık tenlilere göre biraz daha sıktır. Vücudun her tarafında olabilir ancak bazı bölgeler keloide daha eyilimlidir. Bu bölgeler:

  • Göğüs tahtası kemiğinin (sternum) üzerindeki deri
  • Omuz derisi
  • Boyun derisi
  • Kulak derisi

Keloid tedavisi

Keloidin kesin bir tedavisi mevcut değildir. Aşağıdaki yöntemler tedavide kullanılır ancak başarı şansı kişiden kişiye çok büyük değişiklikler gösterir:

  • Kortizon (steroid) enjeksiyonları
  • Bazı kanser ilaçlarının enjeksiyonları
  • Silikon plakalar yerleştirilerek üzerine baskı uygulanması
  • Sıvı azot ile dondurma işlemi
  • Lazer tedavileri
  • Radyasyon (şua) tedavisi
  • Cerrahi tedavi

Cerrahi tedavi

Cerrahi olarak keloidin çıkartılarak ortaya çıkan defektin dikilmesi mantıklı bir işlem gibi görülebilir. Ancak şunu unutmamak gerekir. Keloid bir yaralanma ile başlar ve cerrahi çıkarılma önemli bir yaralanmadır. Sonucunda çok daha büyük bir keloidin ortaya çıkma ihtimali büyüktür. Yeni keloid oluşumu cerrahi tedaviden aylar sonra ortaya çıkabilir. Bu nedenle cerrahi tedavi uygulanacaksa bazı koşulların yerine getirilmesi gerekir. Bunların başında dikiş hattında hiçbir gerginlik olmaması gelir. Ayrıca cerrahi tedavi sonrası hemen diğer cerrahi olmayan tedavi metodlarına da başlamak gerekir.

Sonuç

Keloid nedeni bilinmeyen öldürücü olmayan ancak görüntü bozukluğu ile sorun yaratan bir yara iyileşme bozukluğudur. Tedavisi zordur ancak imkansız değildir. Bu konuda deneyimi olan plastik cerrahi uzmanları tarafından başarılı olarak tedavi edilebilir.


Sosyal medyadaki paylaşımlarımızı izlemek için aşağıdaki logolardan uygun gördüklerinize tıklayabilirsiniz:


PRP (Platelet Rich Plasma)

PRP nedir?

İngilizce “Platelet Rich Plasma” kelimelerinin baş harflerinden oluşan bu terim “trombositlerden zengin plazma” anlamına gelmektedir. Platelet olarak da bilinen trombositler kan pıhtılaşmasını sağlayan önemli faktörlerden biridir. 1970 li yıllarda “trombositopeni” denilen bir hastalığın tedavisi için içinde yoğun miktarda trombosit (platelet) bulunduran plazma hazırlanmış ve tedavi amaçlı olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1980 li yıllarda ayni solüsyonun daha katı hali PRF (Platelet Rich Fibrin) adı altında maksillofasiyal cerrahide kullanılmaya başlanmıştır. Başlangıçta yalnızca kanama bozukluklarını düzeltmek için kullanılan bu karışımın ayni zamanda hücrelerin çoğalmasını kolaylaştırdığı da farkedilmiş ve dermatolojide derinin estetik olarak güzelleştirilmesi amacı ile yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Spor hekimleri tarafından sakatlanan sporcuların tedavisinde kullanılmaya başlaması PRP nin popüler olmasını sağlamıştır. Çünkü sporcuların medya ile sıkı ilişkilerinin olması bu tedaviye olan ilgiyi de arttırmıştır. Zaman içinde PRP nin kronik (uzun süre iyileşmeyen) yaraların tedavisinde yararlı olduğunun gösterilmesi ile birlikte kalp cerrahisi, çocuk cerrahisi, üroloji, jinekoloji, plastik cerrahi ve göz hastalıkları dallarında da kullanılmaya başlanmıştır.

Trombositlerin biyolojisi

Trombositler de diğer kan hücreleri gibi kemik iliğinde üretilirler. Disk şeklinde çok küçük yapılardır. Sağlıklı kişilerdeki sayısı mikrolitrede (milimetreküpte) 150 bin ile 450 bin arasında değişir. Her bir trombosit içinde sayıları 50 ile 80 arasında değişen granüller mevcuttur.

Trombositlerin görevleri

Esas görevleri kanamayı durdurmak amacı ile pıntı oluşturmaktır. Damar içinde bir yaralanma olduğu zaman trombositler buraya yapışmaya başlar aktif hale geçerler ve birbirleri üzerinde yığılarak bir topak oluştururlar. Aktif hale geçen trombositlerin içindeki granüller çeşitli faktörler salgılar. Trombositlerin pıhtı oluşumunun sağlanması dışında görevleri de vardır. Granüller çok sayıda büyüme faktörleri (Growth Factor – GF) ve sitokin salgılarlar. Sitokinler bağlandıkları bazı hücrelerin faal duruma geçmelerini ve çoğalmalarını sağlarlar. Bağlandıkları bu hücreler de farklı görevler görürler. Büyüme faktörleri ve sitokinler yangı (inflamasyon) oluşumunu sağlarlar. Yangı yara iyileşmesi için önemli bir aşamadır. Ayni zamanda hücrelerin çoğalması, yeni damar oluşumu, kök hücrelerin burada toplanması sağlanır. Trombositleri bazı iyileştirici olayların başlaması için alarm zili çalan yapılar olarak da değerlendirebiliriz.

PRP nin hazırlanması

Kişinin kendisinden enjektör ile alınan kandan hazırlanan PRP de 3 aşama vardır:

  1. Pıhtılaşmanın önlenmesi
  2. Santrifüj (merkezkaç döndürmesi)
  3. Solüsyonun aktif hale getirilmesi

Pıhtılaşmanın engellenmesi (antikoagülasyon)

Damardan alınan kan bir süre sonra kendiliğinden pıhtılaşır ve yapısı tamamen değişir. Alınan kanın pıhtılaşması engellenmezse trombositler aktif hale geçerek parçalanır ve içlerindeki maddeleri ortama yayarak pıhtı oluşturup görevlerini tamamlarlar. Bundan sonra kan içindeki hücrelerin özel amaçlar ile kullanılmaları mümkün değildir. Bu nedenle damardan alınan kan pıhtılaşmayı önleyen madde içeren bir tüpe konulur. Pıhtılaşma özelliğini kaybetmiş olan kan içinde gerekli olan bütün maddeleri ve tabii ki trombositleri de normal sayılarında barındırır.

Santrifüj (Döndürerek merkezkaç etkisi yaratma)

Kanın alındığı tüp bir döndürme (santrifüj) makinesine yerleştirilir ve belli bir hızda belli bir süre döndürülür. Bu döndürme sırasında merkezkaç kuvvetine bağlı olarak kanın içindeki elemanlar özgül ağırlıklarına göre değişik tabakalar halinde kümelenirler. Tüpün en alt kısmında kırmızı kan hücreleri toplanır. Bunun üzerindeki tabakada trombosit ve beyaz kan hücreleri (lökositler) toplanır. En üst tabakada ise yalnızca plazma mevcuttur. PRP diye adlandırılan ve kullanılan kısım ortadaki sarımtırak tabakadır. Volümü arttırmak için bu sarımtırak tabaka ile üzerinde yer alan plazma tabakası değişik oranlarda birbiri ile karıştırılabilir. Lökosit ve trombosit leri birbirinden ayırmak için ortadaki sarımtırak tabaka bir kez daha döndürme makinesinde döndürülebilir (santrifüj edilebilir).

Aktivasyon

PRP içindeki trombositler aktif halde değildir. Yani dolaşan kandaki doğal hallerindedirler. Trombositlerin göreve başlamaları için aktive olmaları gereklidir. Normal koşullarda bir yaralanma olduğunda yaranın kenarları (yaralı damarların cidarı) trombositleri otomatik olarak aktive eder. Ancak dışarıda hazırlanan PRP deki trombositlerin aktif hale geçip göreve başlamaları için iki ayrı görüş vardır. Bir görüşe göre PRP solüsyonu doku içine enjekte edildikten sonra çevre dokular tarafından kendiliğinden aktive edilir ve dışarıdan bir müdahaleye gerek yoktur. Başka bir görüşe göre ise PRP enjekte edilmeden önce aktive etme işlemi uygulanmalıdır. Trombositlerin aktive edilmesi için daha önce pıhtılaşma önleyici olarak kullanılan maddenin ortadan kaldırılması gereklidir. Bu amaçla kullanılan maddelerin başında kalsiyum içeren kimyasallar gelir (kalsiyum klorid gibi). Ayrıca kalsiyum glukonat ve trombin denilen maddeler de ayni amaçla yani trombosit aktivasyonu için kullanılabilir. Hangi madde kullanılırsa kullanılsın trombositler aktif hale geçtikten 10 dakika sonra içerdikleri biyolojik olarak etkin olan proteinler dışarı salınmaya başlar. Bir saat içinde bu proteinlerin %95 i ortama salınmış olur. Bu nedenle aktive edilmiş PRP en geç 10 dakika içinde kullanılmalıdır. Aktive edilmemiş PRP ise 8 saate kadar bozulmadan kalabilir.

İdeal yoğunluk

PRP solüsyonu içindeki trombosit sayısının ne olması gerektiği konusunda fikir birliği yoktur. Klinikte kullanılan PRP hazırlanışına göre kandaki seviyesinden iki ile dokuz kez daha fazla trombosit içerebilir. Yapılan çalışmalarda platelet sayısının fazlalığı ile etkinlik arasında da bir bağlantı kurulamamıştır.

PRP nin kullanıldığı alanlar

Hemen hemen tıbbın her alanında kullanılmakta olan PRP plastik cerrahide başlıca şu amaçlar için kullanılır:

Derinin tazelenmesi ve gençleştirilmesi

Deri altına veya deri içine verilen PRP salgılanan aktif proteinler sayesinde bölgede yeni damar oluşmasını sağlar. Deri ve derialtı hücrelerini uyararak daha iyi görev yapmalarına yol açar. Yeni kollajen salımı ile derinin elastik özelliklerini arttırır ve gerginleşmesini sağlar. Ayrıca kök hücrelerin buraya gelmesini kolaylaştırır.

Yara ve yanık izlerinin ve derideki diğer görüntü bozukluklarının azaltılması

PRP iyileşmiş yara ve yanık izlerinin daha az farkedilir olmasını sağlar. Bunun için solüsyon yara izinin içine ve hemen altına verilir. Yüzdeki sivilce izlerinin azaltılmasında yaygın olarak kullanılmaktadır ancak başarı oranı çok değişkenlik göstermektedir. Deride renk değişikliğine yol açan durumlarda (pigmentasyon bozuklukları) yararlı olabilmektedir.

Yağ enjeksiyonunda kalıcılığı artırma

Yağ enjeksiyonlarının en büyük sorunu verilen yağ dokusunun yalnızca bir kısmının tutması kalanının ise erimesidir. Bunun sonucunda yağ enjeksiyonlarının birkaç ay ara ile tekrarlanması gerekmektedir. Eğer enjekte edilen yağın içine PRP katılır ise tutma oranının belirgin derecede daha fazla olduğu gösterilmiştir. Verilecek yağ dokusu içine karıştırılacak olan PRP nin oranı da önemlidir. 0,5/1 oranı ideal gibi görünmekle beraber bir meme büyütmede veya kalça dolgunlaştırmada çok yüksek miktarlarda (bazan bir litreden fazla) yağ verildiği düşünülürse bu oranda PRP elde etmenin imkansız olduğu açıktır.

Saç dökülmesi (kellik) tedavisi

Saçlı bölge PRP nin etkilerinin en iyi izlenebildiği bölgedir. Çünkü burada saçların sayısını ve şeklini objektif yöntemler ile tesbit etmek kolaydır. Saç folikülleri ile derideki papilla hücreleri arasında sıkı bir iletişim vardır. PRP dermal papilla hücrelerini çoğaltır. Sayıları artan papilla hücreleri saç folikülündeki saç uzama fazını güçlendirir ve süresini uzatır. Ayni zamanda yeni saç folikülleri oluşmasını da sağlar. Saç dökülme fazı kısalır ve saç uzama fazı uzayarak daha sık saçların oluşması sağlanabilir. Ayrıca saç ekimi sırasında ekimi yapılacak olan saç folikülleri PRP solüsyonu içine batırılıp çıkarıldıktan sonra ekilebilir. Bu durumda foliküllerin tutma oranının 5 ile 9 kat arasında arttığı da gösterilmiştir.

İyileşmeyen (kronik) yaraların tedavisi

Damar tıkanıklığı olanlarda, şeker hastalarında ve şua tedavisi görmüş olan hastalarda bazı bölgelerde oluşan yaraların iyileşmediği iyi bilinen bir gerçektir. Bu durumda yara içine enjekte edilen PRP ile başarılı sonuçlar alınmaktadır.

Tatbik edilme şekli

PRP amaca ve uygulanacak bölgeye göre farklı şekillerde kullanılabilir:

Direk enjeksiyon

PRP en kolay bir enjektör ve ince bir iğne ile bölgeye enjekte edilme şeklinde kullanılır. Kellik, iz tedavisi, kronik yaraların tedavisinde bu yöntem idealdir.

Deri veya yara üzerine direk tatbik

Solüsyon deri üzerine sürülerek de kullanılabilir ancak bu durumda solüsyonun iç kısımlara emilmesini kolaylaştırmak için deri yüzeyinde mikro yaralanma oluşturulur. Bunun en kolay yöntemi mikro iğneleme yöntemidir. Deri üzerinde çok küçük iğneler içeren silindirler gezdirilir ve bu şekilde mikro yaralanmalar oluşturulur. Bunların üzerine sürülen PRP derinin içine işleyerek burada kendisinden beklenilen görevi gerçekleştirir. Deride lazer tedavisi yapıldıktan sonra üzerine PRP solüsyonu sürülebilir.

Lazer tedavisi ve PRP

Çeşitli amaçlar ile deriye lazer tedavisi uygulandıktan hemen sonra ayni bölgeye PRP enjeksiyonu yapılmasının lazer uygulamasının etkisini artırdığı gözlenmiştir.

Komplikasyon ve yan etkileri

PRP kişinin kendi kanından hazırlandığı için güvenli bir üründür. Ancak hazırlanması ve verilmesi sırasında mikropsuz (steril) bir ortamda çalışılması şarttır. Ciddi bir komplikasyonu bilinmemektedir ve bilinen yan etkileri verilen bölgelerde hafif ödem, kızarıklık ve morarma gibi geçici durumlardır.

Sonuç

PRP özellikle doku yenilenmesi ve gençleştirilmesi amacı ile başta kozmetik girişimler olmak üzere giderek artan sıklıkta kullanılmaktadır. Ancak hem nasıl hazırlanması hem de ne miktarda ve ne sıklıkta verilmesi gerektiği konusunda fikir birliği yoktur.


Sosyal medyadaki paylaşımlarımızı izlemek için aşağıdaki logolardan uygun gördüklerinize tıklayabilirsiniz:


Estetik Dolgular ve Covid 19 Aşısı

Ticari dolgu yaptırmış olanlarda Covid-19 aşı reaksiyonu

Dünya Estetik Plastik Cerrahi Derneği (International Society of Aesthetic Plastic Surgery – ISAPS) tüm üyelerine yaptığı duyuruda daha önce ticari dolgu yaptırmış kişilerde Covid-19 aşısı sonrası hafif alerjik reaksiyonlar görülebileceğini ancak bunun aşı olunmasına engel oluşturmadığı bildirdi.

Yan etkiler

Covid-19 aşısı tüm dünyada uygulanmaya başlandı. Aşılanan kişilerin sayısı arttıkça yeni yeni yan etkiler de görülmeye başladı. Bunlar içinde Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahiyi ilgilendirenler de var. Daha önce ticari dolgu yaptırmış olanların bazılarında dolgu bölgelerinde kızarıklık, şişlik ve ağrı görüldüğü bildirildi. Bu bulgular yıllar önce dolgu yaptırmış kişilerde bile bildirilmiş. Ancak bu bulguların hafif olduğu ve şu ana kadar ciddi bir yan etki görülmediği bilinmektedir.

Risk durumu

Yalnız Covid-19 değil bütün aşılar vücutta değişik yan etkilere yol açabilir. Bunun nedeni bağışıklık sisteminin uyarılmasıdır. Uyarılmış bağışıklık sistemi yalnız hedefine değil vücuttaki bütün yabancı cisimlere karşı bir tavır koyabilir. Şu ana kadar alınan bilgilere göre ticari dolgu yaptırmış kişilerde ortaya çıkan yan etkiler şişlik, kızarıklık ve ağrı şeklindedir. Genellikle bir süre sonra kendiliğinden geçmektedir. Soğuk kompres uygulaması rahatlatıcı olmaktadır. Belirtiler kişiyi rahatsız edecek düzeyde ise tüm alerjilerde uygulanan ağızdan antihistaminik ve kortizon preparatları verilmesi iyileşmeyi hızlandırmaktadır.

Öneriler

Dolgu yaptırmış kişilerde Covid-19 aşısına bağlı yan etkiler sosyal medyada çok hızlı yayılmış ve daha önce dolgu yaptırmış kişilerde aşı ile ilgili tereddütlere yol açmıştır. Bugünkü bilgiler ışığında hastalarımıza şu önerilerde bulunuyoruz.

Ticari dolgular yıllardır tüm dünyada kullanılmaktadır ve uygulanan kişi sayısı milyonlarla ifade edilmektedir. Dolgu erişkin yaşta yapıldığı için aşılarla olan ilişkisi daha önce yeterince incelenememiştir. Covid-19 aşısı daha geniş kitlelere ulaştıkça yeni yan etkilerin ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. Şimdilik dolgu yaptırmış kişilerdeki aşı yan etkilerinin hafif ve az sayıda olması sevindiricidir.


Sosyal medyadaki paylaşımlarımızı izlemek için aşağıdaki logolardan uygun gördüklerinize tıklayabilirsiniz:


Doğal Dolgu Maddesi: Yağ Dokusu

Kök Hücreli Yağ Enjeksiyonu

Son yıllarda piyasaya sürülen yapay dolgu maddeleri yüz estetiğinde önemli ilerlemelere yol açmıştır. Dolgular muayenehane ortamında uygulanabilir ve özel donanıma ihtiyaç göstermezler. Bu nedenle hem estetik ve plastik cerrahlar hem de dermatoloji uzmanları tarafından yaygın olarak kullanılmaktadırlar. Ancak bu ticari dolguların büyük bir kısmının etkisi geçicidir. Kalıcı dolguların ise ne kadar güvenli oldukları kuşkuludur. Dolguların diğer bir dezavantajı ise çok küçük dozlarda paketlenmiş olarak satılmalarıdır. Genellikle 1 ml hacmindeki enjektörler içinde satılırlar ve küçük alanlarda kullanılabilirler. Geniş bölgeleri doldurmak için uygun değillerdir. Ayrıca içindeki madde ne olursa olsun bütün ticari dolgular vücut için birer yabancı cisimdir ve bazı bünyelerde istenmeyen etkilere yol açabilirler. Piyasadaki dolguların en uygun ve güvenli alternatifi kişinin kendi yağ dokusudur

Yağ dokusunun alındığı bölgeler

Dolgu amacı ile yağ alınacak ise öncelikle kişinin fazla yağ birikmesinden rahatsız olduğu herhangi bir yeri var mı o araştırılır. Öncelikle bu bölgeden yağ alınır. Ancak zayıf kişilerden bile belli bölgeleri dolduracak kadar yağ alınabilir. Sık olarak yağ alınan bölgeler şunlardır:

  • Karın duvarı
  • Bel bölgesi
  • Sırt
  • Bacaklar
  • Basen bölgesi
  • Diz içleri
  • Kalçalar

Dolgu amacı ile yağ alınması

Kişinin yağının alınması bir ameliyattır ve mutlaka ameliyathanede yapılmalıdır. Ameliyatın büyüklüğünü kullanılacak yağ miktarı belirler. Yüz bölgesine yağ enjeksiyonu yapılacak ise 4-5 ml ile 50 ml arasında yağ yeterlidir. Buna karşılık meme veya kalça büyütme işlemleri için litrelerce yağ gerekebilir. Eğer küçük miktarlarda yağa gereksinim var ise bu işlem hasta tam uyutulmadan sakinleştirme ve lokal anestezi ile yapılabilir. Geniş bir enjektöre iğne yerine ucu künt, kenarlarında delikleri olan çelikten bir boru (kanül) takılır. Bu kanül yağ alınacak bölgenin içine deride açılan küçük bir delikten yerleştirilir. Enjektörün pistonu geri çekilerek içinde bir hava boşluğu yaratılır ve bu hava boşluğu kaybedilmeden enjektör ileri geri hareket ettirilerek yağ dokusu enjektör içine emilir. Bu şekilde yağ çekilmesi yavaş ve yorucudur. Bu nedenle meme büyütme ve kalça büyütme gibi ameliyatlarda yeterli olmaz. Yukarıdaki örneklerdeki gibi çok miktarda yağa gereksinim olacak ise genel anestezi altında liposuction pompası ile klasik liposuction yapılır. Ancak alınan yağlar steril yani mikropsuz bir kavanoz içinde biriktirilir. Yağ dokusu alınırken dikkat edilmesi gereken bir husus da yağın tek bir bölgeden değil geniş bir bölgeden azar azar alınmasıdır. Tek bir alandan fazla miktarda yağ alınması burada çukur oluşmasına yol açar ve çirkin görünür.

Yağ dokusu ve kök hücrelerin enjeksiyon öncesi hazırlanması

Son yıllarda kök hücrelerin doku yenilenmesinde çok yararlı etkileri olduğu saptanmıştır. Yağ dokusu vücutta en fazla kök hücre içeren dokudur. Tek başına verildiği zaman bile içerisinde yeterli kök hücre mevcuttur. Ancak yağ çekildiğinde içinde ölü hücreler, kan, serum ve vücut sıvıları bulunabilir. Bunları elimine ederek saf enjeksiyonluk yağ elde etmek için bir elek ile sıvılar süzülür ve katı yağ parçacıkları elde edilir. Saflaştırmanın bir başka yöntemi ise santrifüj denilen bir cihazda yağın tüpler içine konularak hızla döndürülmesidir. Bu işlem sonunda yağ ve sıvılar içerdikleri maddelere göre tüp içinde farklı bölgelerde toplanırlar. Kök hücrelerin toplandığı bölgedeki sıvı çekilir. Katı yağ hücreleri dışındaki sıvılar atılır. Daha önce toplanan kök hücreden zengin sıvı yağ dokusunun içine katılır.

Yağ nasıl enjekte edilir?

Yağın vücuda verilmesi ayni toprağa tohum atılması gibidir. Tohumları toplu halde birbirine yapışık ekerseniz verim alamazsınız. Ayni şekilde yağ dokusu da küçük damlacıklar halinde verilmelidir. Yani her yağ damlasının bütün etrafı sağlıklı ve damarlı dokular ile çevrili olmalıdır. Bu durumda küçük damlacığın içine kan damarlarının ilerlemesi ve onu canlı tutması kolay olur. Yağ dokusu bir topak halinde verilir ise içine kan damarları ilerleyemez ve verilen yağ dokusu ölür (nekroz olur) ve vücut tarafından tamamen temizlenip yok edilir. Bütün bunlar göz önüne alındığında yağ vermek için en uygun yöntem küçük bir enjektör ve ucuna takılmış ince bir borudur. Bu borulara kanül adı verilir. En uç kısımları sivri değil yuvarlaktır ve uca yakın kısımlarında yanlarda delikler vardır. Borunun ucu etrafa zarar vermemesi ve damarların içine kolayca girmemesi için düzgün şekilde yuvarlatılmıştır. Yağ verilecek bölgeye küçük bir delik açılır ve enjektörün ucundaki boru bu delikten içeri sokulur. Yağ dokusu içeri verilirken enjektör sürekli hareket ettirilir ve yağ değişik yerlere damla damla verilir. Bu şekilde küçük yağ parçacıklarının birbirlerine temas etmeden düzgün şekilde yerleşmeleri sağlanır.

Yağ enjeksiyonu sonrası bakım

Yağ verilen bölgelerde çok küçük delikler dışında bir yara olmadığında özel bir kapatmaya gerek yoktur. Ancak verilme bölgelerinde şişlik (ödem) ve morluklar olabilir. Bunları azaltmak için 24 saate kadar aralıklı soğuk tatbiki yapılır. Yağların verildiği bölgelerde genellikle ağrı olmaz. Buna karşılık yağ alınan bölgelerde liposuction ameliyatında olduğu gibi şişlik, morluk ve ağrı olabilir. Ama bunlar abartılacak düzeyde değildir. Lokal anestezi ile yapılan işlemlerde hasta ameliyat sonrası normal giysileri ile evine gidebilir ve istirahat gerekmez. Ameliyat sonrası ilk günde hasta normal banyo yapabilir. Yağ alınan bölgelere korse giydirilmesi isteğe bağlıdır. Korse kullanmak hareketlerde bir rahatlık sağlar ama kullanmayanlarda sonuçlar değişmez.

Enjekte edilen yağın kalıcılığı

Yağ dokusu doğru alınır ve verilirse tutar yani damarlanır ve kalıcı hale gelir. Ancak verilen yağlardan yalnız canlı olanlar kalır. Ölü dokular temizlenip yok edilir. Bu nedenle yağı alırken hücrelerin ölmemesi için özen gösterilmelidir. Kalıcılık için ikinci önemli kural verilirken birbirinden ayrı damlacıklar halinde verilmesidir. Özenli yapılmış bir yağ enjeksiyonunda verilen yağın en az %50 si yaşar. Bu oran bazı durumlarda %90 ı geçebilir. Ancak verilen yağın ne oranda yaşayacağını önceden kesin olarak bilmek mümkün değildir. Genel ölçü yağ enjeksiyonundan 3 ay sonra kalan yağ miktarı artık kalıcıdır diyebiliriz. Hastalarımız bize çoğu zaman şu öneriyi yapıyorlar: “mademki verilen yağın bir kısmı eriyecek önceden biraz fazla verin ve iyileşme sonrası kalan miktar yeterli olsun”. Mantıklı gibi görünse de gerçekte bunu yapmak doğru değildir. Çünkü eriyecek miktar önceden kesinlikle bilinemez. Fazla verilen yağ erimez ise o bölgede kalıcı şişlik oluşur ve bunu düzeltmek ilave yağ vermekten çok daha zordur. Ayrıca fazla verilen yağın sıkışıklık nedeni ile erime oranı daha yüksek olur. Bütün bu nedenlerden her bölgeye gerektiği kadar yağ verilir ve 3 aydan sonra erime olan bölgelere bir kez daha yağ verilir. Bu ikinci kez verilen yağ miktarı daha az oranda erir ve genellikle yeterli olur. Nadir durumlarda ayni bölgeye üçüncü kez yağ enjekte edilmesi gerekebilir.

Yağ dokusunun saklanması

Yağ dokusunun ilk verilişte bir kısmı eriyebilir ve 3 aydan sonra biraz daha yağ enjekte etmek gerekebilir demiştik. Yağ dokusunun enjekte edilmesi kolay bir işlemdir. Genellikle lokal anestezi altında günübirlik bir ameliyat olarak yapılır ve hastalar ameliyattan hemen sonra normal yaşamlarına dönebilirler. Ancak yağın alınması daha ağrılı ve sorunludur. Ayrıca daha pahalı bir işlemdir. Bu nedenle ilk ameliyatta verilmesi planlanan miktardan daha fazla yağ alınır. Gerekli miktar kullanıldıktan sonra kalanı sıvı azot içinde şoklanarak dondurulur ve sonra özel derin dondurucuda -80 derecede saklanır. Bu şekilde yağları yıllarca bekletmek mümkündür. İlk yağ verilmesinden 3 ay sonra eğer ikinci bir yağ verilmesine gereksinim duyulursa derin dondurucudan ihtiyaç kadar yağ çıkartılarak eritilir ve lokal anestezi altında verilir. Ancak güvenli olması için bu işlem de poliklinik koşullarında değil de ameliyathanede yapılır.

Yağ enjeksiyonu riskleri

Yağ dokusu eğer damar içine kaçar ve dolaşıma katılırsa çok ciddi sonuçlar doğurabilir. Ancak doğru teknik kullanıldığında enjekte edilen yağın damar içine girmesi son derece zordur. Bu risk çok daha akıcı olan ticari dolgu maddelerinde kat kat daha yüksektir.

Sonuç olarak kişinin kendi yağının dolgu olarak kullanılması yani yağ dolgusu güvenli, etkili ve kalıcı bir operasyondur. Ticari dolgulara göre dezavantajı bir ameliyathanede yapılma zorunluluğu olmasıdır. Buna karşılık kalıcı oluşu dikkate alınırsa uzun dönemde ticari dolgulara göre daha güvenli ve ekonomik bir seçenektir.


Sosyal medyadaki paylaşımlarımızı izlemek için aşağıdaki logolardan uygun gördüklerinize tıklayabilirsiniz: