30 Ağustos’un Önemi

30 Ağustos Türkiye tarihi’nin en önemli günü ve bayramıdır. Herkesin özellikle gençlerin bu günün anlamını tam olarak kavrayabildiklerini sanmıyorum.

Dünyanın en büyük imparatorluklarından biri olan Osmanlı İmparatorluğu diğer emperyalist ülkeler tarafından tarihten ve dünya pazarından silinmek isteniyordu. Bunun başarılmasına son bir durak kalmıştı: Anadolu

Anadolu insanı yaşamı boyunca pek çok savaşa katıldı. Ama Türk yurdu olduktan sonra moğollar hariç hiç yabancı istilasına uğramamıştı. İlk kez 1. dünya savaşı ve sonrası doğudan ve batıdan yabancı askerlerin istilasına uğradı.

Vatanında yabancı askerlerin varlığına tahammül edemeyen bir ulus Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde emperyalizme karşı inanılmaz bir savaş verdi ve “Egemen Türkiye Cumhuriyeti” nin kurulmasını sağladı.

Vatan topraklarını emperyalistlere açanların Saltanat Rejimi olduğunu unutmamak gerekir. 150 yıl boyunca sürekli olarak gerileyen ve hiçbir şekilde çağa uyum sağlayamayan Saltanat Rejimi’nin kurtuluş savaşından sonra birdenbire dirileceğine inanmak mümküm müydü? Kurtuluş savaşını bile işgal altında izleyen ve yardım yerine bastırmaya çalışan bir yönetimin ulusu çağdaş bir düzeye getirmesi düşünülemezdi. Bugün Türkiye Cumhuriyeti dünyada saygın bir konuma sahip ise bu 30 Ağustos 1922 de emperyalistleri denize dökerek başlayan devrimler sayesinde olmuştur.

Bu satırları okurken “bunun estetik cerrahi ile ne ilgisi var” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Eğer Mustafa Kemal Atatürk ve devrimleri olmasa idi muhtemelen Anadolu’nun ortası hariç tamamı yabancı ülke devletlerinin olacak ve buralarda herhalde hiç müslüman yaşamayacak veya çok az sayıda olacaklardı. Anadolu’nun ortasında yaşayan müslümanlar ise muhtemelen Türk adı olmayan bir devlet olarak kalacak ve herhalde kadınlarının tamamı kara çarşaf ve peçe içinde erkekler ise dini kıyafetler içinde yaşayacaklardı. Kadınlar doğumlarını kadın ebe veya doktor yok ise kendi kendilerine yapacak, ölümcül sorunları bile çıksa erkek doktorlara görünemeyeceklerdi. Böyle bir ortamda güzelliğin, estetiğin, zarafetin ne kadar değeri olabilirdi gelin siz karar verin.

Koyu islami rejimler ile yönetilen ülkelerdeki kadınlar güzel olmak istemez mi? Tabii ki isterler ama bunu kendi ülkelerinde gerçekleştirmelerinin imkanı genellikle olmuyor. Bu durumda ekonomik durumu iyi olanlar başka ülkelere (buna Türkiye de dahil) giderek erkek doktorlara her türlü estetik ameliyatı yaptırabiliyorlar.

Çoğu zaman emek sarfetmeden birşeyler elde edenler bunun kıymetini bilmez ve savurgan şekilde kaybederler. Dede ve babalarımız bizleri bu günlere getirmek için hem canlarını verdiler hem de kendileri büyük sıkıntılar içinde yaşadılar. Hak ve özgürlüklerimizi hem korumalı hem de bizden sonraki nesillere daha da güçlenmiş olarak iletmeliyiz. Bu bizim vatanımıza, insanımıza, yeni nesillere ve Atatürk’e borcumuzdur.

Dolgu maddelerinin kalıcılığı uzatılabilir mi?

Vücuda yabancı olmayan maddelerden hazırlanan ticari dolgular yüz estetiğinde önemli bir ufuk açmıştır. Ancak bir süre sonra tamamen yok olmalarının önüne geçilememektedir. Ayrıca nadir de olsa arasıra istenmeyen etkilerinin de olması sakınca yaratabilmektedir.

Bazı  estetik cerrahların hastalarına dolgunun etki süresini uzatacak bazı maddeler bildiklerini ve bunları da dolgu ile birlikte yapmayı önerdikleri bilinmektedir. Genel olarak ne oldukları açınlanmayan bu “gizli” yardımcı maddeler neler olabilir?

Dolgunun etkisini uzattığı iddia edilen maddelerin başında botulinum toksini gelmektedir. Deneyimli cerrahların gözlemleri bunun doğru olmadığını göstermiştir. Ayrıca hem botox hem de dolgu maddeleri (hiyaluronik asid ve laktic asid) ile yapılan bilimsel çalışmalarda böyle bir bulguya rastlanmamaktadır.

Botulinum toksini yalnızca kasları hareketsizleştirerek etki eder. Dolgu maddelerinin etkisinin kaybolmasının mekanizması tamamen farklıdır. Zamanla yok olan dolgular hiyaluronik asid ve laktik asid gibi vücut tarafından bilinen maddelerden üretilir. Zararsız olmalarının en önemli nedeni budur. Ama bir süre sonra kişinin vücudu bu maddenin içeride değil de farklı bir yerde yapıldığını anlamakta ve sonunda onu ufak ufak parçalara ayırıp tamamen eriterek yok etmektedir. Bu mekanizma dolgunun hareketli veya hareketsiz bir gölgede olmasına bakmaksızın çalışmaktadır. Örnek verecek olursak yanak bölgesinde kemiğin hemen üstü hareketli bir bölge değildir. Ancak buraya yapılan dolgular da zamanla erimektedir.

Adı verilmeden kullanıldığı iddia edilen diğer madde veya ilaçların da dolgunun yok edilmesine herhangi bir etkisinin olmadığı çok büyük bir olasılıktır.

Öyleyse bazı estetik uzmanları neden böyle bir yola başvuruyorlar? Bunun en önemli nedeni başkalarına göre ayrıcalıkları olduğu izlenimi vermek istemeleridir. İkinci neden ise bir yerine iki farklı işlem yaptıklarını öne sürerek daha fazla maddi kazanç sağlama arzularıdır.

İyi yetişmiş bir estetik cerrah dolgu ile çok iyi sonuçlar alabilir ve bunu belli aralıklar ile tekrarlayarak hastasını yıllarca memnun edebilir. Ama dolguların geçici olması hem hekim hem de hastalarda ister istemez bir rahatsızlık yaratmaktadır. Günümüzde kalıcı dolgu olarak kişinin kendi yağının kullanılması giderek kabul gören bir uygulama olmaktadır. Tek sakıncası bu işlemin dolgu gibi muayenehanede değil bir ameliyathanede yapılıyor olmasıdır. Bu da bir masraf yaratmaktadır. Ancak uzun dönemde düşünüldüğünde yağ enjeksiyonu ile alınan sonuçlar kalıcı olduğundan dolgu maddelerinden daha ucuza gelmektedir.

Prof. Dr. Ege Özgentaş hastalarında dolgu maddesi olarak yalnız kişinin kendi yağını kullanmaktadır ve insan vücudunda zaruri olmadığı sürece yabancı maddelerin kullanılmaması görüşündedir.

Botoks bir tıbbi işlem midir?

Botulinum toksini uygulamaları giderek artmaya devam ediyor. Bu uygulamayı tıp doktorları kadar tıp doktoru olmayan yardımcı sağlık personeli hatta sağlık personeli olmayanlar da yapıyor.

Geçenlerde magazin televizyonlarından birinde kuaförler arasında bir yarışma programı gösteriliyordu. Bir kuaför saçını şekillendirdiği müşterisinin saçlarını tarif ederken “saçlar biraz canlılığını kaybetmiş, botox uygulayarak saçları canlandıracağım” ifadesini kullandı. Tesadüfen tanık olduğum bu ifade beni hayrete düşürdü. Bir kuaför botox’u saçlarda nasıl ve ne amaçla kullanabilir di? Bildiğim kadarı ile botulinum toksininin saçları kuvvetlendirici bir etkisi gösterilmemişti. Ama bu ifade şunu açıkça belirtiyordu: Botox bir ilaç veya tibbi madde değil, yüz güzelleştirme kremi veya saç şampuanı gibi herkesin kullanabileceği sıradan bir madde olarak algılanıyordu.

Ayni algının hastalarda da olduğunu farketmekteyim. Özellikle kadınlar saçlarına şekil verdirir gibi yüzlerine botox yapılmasını istemektedirler. Bunu en somut olarak bana botox isteği ile başvuran bir hastada gözlemledim. Hasta daha önce değişik kişilere birçok kez botox yaptırmış. Bu kez de tesadüfen bana başvurmuş. İlk kez gördüğüm ve sağlık durumu konusunda hiçbir bilgim olmadığı için bütün hastalarımıza rutin olarak sorduğumuz sağlık sorularını (guatr, astım, tansiyon, şeker, kalp hastalığı var mı, sigara alkol kullanıyor mu? vs.) sormaya başladım. Birden asabileşen hasta “sanki ben size ameliyat olmaya geldim, alt tarafı bir botox yaptıracağım” diyerek ayağa kalktı ve odamı terkederek gitti.

Hasta haklı mı, değil mi ? bilemiyorum. Ancak bildiğim bir şey var. Bir hekim ve bir cerrah olarak bana başvuran her kişi tıbben bir hastadır ve benim yaptığım her işlem (estetik amaçlı olsun veya olmasın) bir tıbbi tedavidir. Bizler (en azından ben Prof. Dr. Ege Özgentaş) asla gelen bir hastaya adını bile sormadan botox istiyor diye botox yapmamalıyız. Botox bir tıbbi işlemdir ve hekimler tarafından yapılmalıdır.

Botulinum toksini uygulaması tehlikeli ve zararlı etkileri olan bir işlem midir? Hayır. Doğru ellerde yapıldığı zaman botox son derece güvenli bir işlemdir. Ancak kasları felç ederek etki eder. Göz kapakları civarında nadir olarak üst gözkapağı düşmesine (pitoz yani üst gözkapağının düşmesi ve tam açılamaması) neden olabilir. Bu durum geçici de olsa istenmiyen bir durumdur. Boyundaki çizgilerin düzeltilmesi için de botulinum toksini kullanılmaktadır. Yanlış yere verildiğinde yutkunmada veya soluk almada sorunlar yaratabilir ki bu geçici de olsa ciddi bir durumdur.

Bazı hekimler botulinum tolsinini kafa derisinde de kullanmaktadırlar. Ama burada amaç yukarıda bahsettiğim yarışmacı kuaförümüzdeki gibi saçları güçlendirmek değil saçlı derideki terlemeyi azaltmaktır. Bazı hanımlar daha az terliyerek saçlarının daha uzun süre bakımlı kalmasını arzuladıkları için bunu istemektedirler. Herhalde bu hanımların kuaförlerine yaptıkları masraf botox tan daha pahalı olduğu için bu yola başvurmaktadırlar.

İşin magazin tarafını bir yana bırakırsak botox tıbbi bir işlemdir. Her yeni hastada yeni bir şişe açılmalı ve kullanılan botulinum toksininin markası ve son kullanma tarihi kişiye gösterilmelidir (Türkiye’de iki ayrı yasal botulinum toksini markası satılmaktadır). En iyisi tamamı kullanıldıktan sonra ambalaj ve flakonun hastaya verilmesidir. Hekim her hastasına kayıt açmalı ve hangi tarihte hangi bölgeye kaç ünite botox yaptığını titiz olarak kaydetmelidir. Hastalar da bundan rahatsızlık duymak yerine mutlu olmalı ve kendilerini daha güvende hissetmelidirler.

Estetik cerrahi ile ilgili bir tv programım

Estetik Cerrahi televizyon programcılarının daima ilgisini çekmiştir. Yakınlarda “Sema Baysal ile İşkolik” programının konuğu oldum ve 24 dakika boyunca branşımızın ilgi çeken başlıklarından bahsettim.

Kesilere neden dikiş atılır?

Bu soru ilk bakışta bazılarına anlamsız gelebilir. Ancak hepimiz günlük yaşantımızdan biliyoruz ki bazı küçük kesiler ve yaralanmalar hiçbirşey yapılmadığı ve sarılmadığı halde kendiliğinde iyileşiyor ve çoğunun izi bile kalmıyor.

Kesilen bir bölge imkansızlık nedeni ile hemen dikilemez ise ne olur sorusu da hem halk hem de sağlık çalışanları arasında merak konusu olmuştur. Günlük hayatta yaşanan deneyimler bazı kesilerin dikilmeden yalnız sargı ile iyileştiğini de göstermiştir. Ayrıca pek çok keside hekimlerin “zamanı geçmiş, artık dikiş atılması sakıncalı” diye dikmeden pansumanlar ile kesileri tedaviye aldıklarına da şahit olunmuştur. Uzun yıllar hekimler kesilerin 8 saat içinde dikilebiliyor ise dikilmesi daha sonra gelenlerin ise geciktirilerek dikilmesi gerektiğine inanmışlardır. Ancak son yıllarda yara bakımı ve antibiyotiklerdeki ilerlemeler bu inanışı değiştirmiştir. Kesi temiz görünüyor ise ve enfeksiyon bulguları yok ise üzerinden kaç saat veya gün geçtiğinin önemi yoktur ve her zaman dikilebilir. Ancak çok kirli ve içinde ölü dokular olan yaraların birkaç gün dikilmeden pansumanla izlenmesi ve enfeksiyon gelişmiyor ise dikilmesi daha uygun olur. Herhangi bir kesi dikiş atılmadan kendiliğinden iyileşmeye bırakılabilir. Ancak bu durumda bazı aksilikler ile karşılaşmak olasılığı vardır. Bunlardan en önemlisi açık yaranın dış etkenler ile temas ederek mikrop kapması ve iltahaplanmasıdır. İltahap yara iyileşmesini geciktirir ve iltahaplı dokuya dikiş konulması uygun olmaz. İltahap iyileştikten sonra yara kendiliğinden büzüşüp kapanabilir ancak bu daha uzun zaman alır, daha zahmetlidir ve kalan iz çok daha kötü olur. Eğer kesiden hemen sonra yara, kenarları birbirine değecek şekilde uygun malzeme ile sarılırsa dikiş atılmasa da kendi kendine iyileşebilir. Burada önemli olan iki norka vardır. Birincisi yarada doku kaybı dediğimiz kopan bir parçanın olup olmamasıdır. Yaradan bir parça kopup kayboldu ise bunun bir şekilde plastik cerrahlar tarafından yerine konulması gerekir. Bu da ameliyatla olur ve dikişler kullanılır. İkinci nokta ise sarıldığı zaman yara kenarlarının birbirine uygun şekilde temas edip etmediğidir. Sarılma sırasında kenarlar düzgün birleşmez ise iyileşme sonrası daha çok iz kalır. Dikiş atılmasını gerektiren önemli husus ise yaranın derinliği dir. El bölgesinde derin bir yara birkaç milimetre genişliğinde bile olsa derindeki tendon, damar ve sinirleri yaralamış ise mutlaka ameliyat edilmeli ve derindeki yaralar onarılmalıdır. Ayni şey yüz için de geçerlidir. Çok küçük bir kesi yüz sinirini veya tükrük bezi kanalını yaralayarak ciddi hasarlara yol açabilir. Bu küçük kesi kendi haline bırakılsa deri iyileşebilir ancak derindeki hasarlar iyileşmez. Bu nedenle mutlaka opere edilmesi gerekir. Özetliyecek olursak bir kesinin kendiliğinden iyileşip iyileşmeyeceğine cerrahların ve daha doğrusu plastik cerrahların karar vermesi uygundur.

Günlük yaşamda insanların merak ettiği konulardan biri de dikişlerin ne zaman alınması gerektiğidir. Bir dikişi uzun süre tutmak daha mı güvenlidir. Hayır değildir ve derideki bir dikiş ne kadar geç alınırsa o kadar fazla iz bırakır. Aslında dikiş iyileşme süresi diye bir şey yoktur. Kesildikten sonra tekrar dikilen dokuların birbirinden ufak bir kuvvet ile ayrılmaması için geçen süre vardır. Örnek verecek olursak kasık fıtığı genellikle çok gerginliğe maruz kalan dokularda olur ve bu dokular derindedir. Fıtık için atılan dikişlerden sonra kasık bölgesinde en az 3 hafta ciddi bir zorlama olmamalıdır. Kullanılan dikişler de en az 3 hafta yerinde kalacak tipte olmalıdır. Oysa fıtık ameliyatından sona dikilen kasık derisinde gerginlik çok azdır. Dikilen derinin uçları birkaç günde hafif dokunmalar ile ayrılmayacak sağlamlığa erişir. Bu nedenle deri dikişleri erkenden alınabilir. Estetik cerrahide deriyi hiç gerginlik olmadan dikmek gereklidir. Eğer dikiş atılan bölge gergin ise ve dikişleri zorlayarak kapanıyor ise burayı gergin olarak dikmek yerine özel plastik ve rekonstrüktif işlemler ile gerginliği azaltmak ve daha sonra gevşek olarak dikmek gerekir. Cerrahlar genellikle deri dikişlerini bir hafta sonra alırlar. Ancak Prof. Dr. Ege Özgentaş deri dikişlerinde kenarların çok gevşek yanaşmasını sağlamakta ve dikişlerini 3 gün sonra almaktadır. Ayrıca pek çok estetik ameliyatta yalnız derin dikişler kullanılmata ve deriye dışarıdan görünen hiçbir dikiş atılmamaktadır. Halk arasında buna “gizli dikiş” denilmektedir. Şu mutlaka hatırda tutulmalıdır: Deride uzun süre bırakılan dikişler kaybolmayan “dikiş izleri”nin oluşmasına neden olur ve bazı durumlarda bu dikiş izleri kesinin kendi izinden daha kötü görünür.

Halk arasındaki yanlış inanışlardan biri de estetik ameliyatların izsiz veya dikişsiz yapıldığıdır. Herhangi bir ameliyatta eğer deriye bir kesi yapılıyor ise mutlaka bu kesilen deri dikilmelidir. Estetik ameliyatların bazıları deriye kesi yapılmadan iğne ile girilerek yapılabilir. Bu tip ameliyatlara örnek olarak yalnızca iğne deliklerinden girip iplik ile yapılan kaş asma veya kaldırma, yanak asma ve boyun germe ameliyatlarını verebiliriz. Burada özel bölgelerden geçirilen iplik sonunda bir deliğin üstünde düğümlenmekte ve düğüm delikten deri altına gömülerek görünmez hale getirilmektedir. İğne delikleri kendiliklerinden iz bırakmadan kapandıklarından dikiş atılmaz. Liposuction ameliyatı da küçük deliklerden girilerek yapılır. Eğer bu delikler 0,5 cm den küçük ise dikiş atılmaz ve kendiliğinden kapanmaları beklenir. Daha geniş deliklerde ise dışardan görülmeyen bir iç dikiş ile kapatılır ve böylede dikiş almaya gerek kalmaz. Ancak pek çok estetik ameliyatta uzun kesiler yapılmaktadır. Bu kesiler genellikle göze batmayan yerlere yapılır. Örnek olarak kulak arkası, üst gözkapağında katlanma yeri, alt göz kapağında kirpiklerin hemen altı, saçların veya kaşların içi veya kenarlarını verebiliriz. Ancak estetik cerrahlar kesileri daha uygun koşullarda diktikleri için kalan izler göze çarpmamakta veya farkedilmeyecek kadar ince olmaktadır.

Dikiş konusundaki en yaygın olan ve yanlış olan inanışlardan biri de “dikişe su değdirilmemeli” inanışı dır. Dikiş uygun olarak atıldığı takdirde özel bir bakıma gerek duyulmaz. Doğru atılan dikişte birkaç saat içinde yara kenarları birbirine vücut tarafından yapıştırılır ve su geçirmez hal alır. Bu nedenle Prof. Dr. Ege Özgentaş estetik ameliyatlarının çoğunda ameliyattan 24 saat sonra hastanın banyo yapmasına izin vermektedir. Ancak bu yıkanma sırasında dikişler zorlanmamalı yalnızca üzerlerinden su akmasına izin verilmelidir ve kurulanırken sürtmeden yalnızca dokunarak kurulanmalıdır. 24 saat sonra dikiş bölgelerine elbisenin veya suyun değmesinin sakıncası yoktur. Ancak gene de yara iyileşmesini kolaylaştırmak için ameliyat bitiminde dikiş atılan bölge üstüne mikropsuz bantlar yapıştırılmaktadır. Bu bantlar bölgenin yıkanmasına izin vermekte ve uzun süre yerinde kalabilmektedirler. Prof. Dr. Özgentaş dikiş bölgesine steri-strip adı verilen bu bantları yapıştırmakta ve üzerlerine ilave bir kapatma yapmamaktadır.

İlgili bağlantılar (linkler):

Burun Estetiği Hakkında Sık Sorulan Sorular

Burun estetiği hala dünyanın bir çok ülkesinde en sık yapılan estetik ameliyatlar arasında yer almaktadır. Bu operasyonu geçirenler deneyimlerini arkadaşları ile paylaşmakta ve konuya ilgi duyanlar bu paylaşımları kulaktan kulağa yayarak birbirlerini bilgilendirmeye çalışmaktadırlar.

Ameliyat olanlar kadar ameliyat olanların arkadaşlarının kendi duyguları ve gördüklerini paylaşmaları da önemli bir fikir havuzu oluşturmaktadır. Ancak bu fikir ve görüşler ne kadar doğruları temsil etmektedir?

Pek çok kişi yeni burun ameliyatı geçirmiş biri ile karşılaştığında burun üzerindeki alçı ve bandajlar ile göz çevresindeki morlukları gördüğünde kişinin büyük bir ızdırap içinde olması gerektiğini düşünmekte bazıları sırf bu görünü yüzünden ameliyat olmaktan vazgeçebilmektedir.

Prof. Dr. Ege Özgentaş estetik burun ameliyatlarındaki 30 yılı aşkın deneyimi ile burun estetiği hakkında hastalarının en sık sorduğu soruları ve kendisinin verdiği yanıtları aşağıda söyle özetlemektedir:

Burun estetiği ne kadar ağrılıdır?

Ameliyat sonrası ağrı genellikle kesilen ve kırılan dokuların miktarı ile doğru orantılıdır. Ameliyat sırasında ne kadar az doku hasar görmüş ise ameliyat sonrası ağrı o kadar daha az olacaktır. Eskiden bütün burun ameliyatlarında standart (yani önceden belirlenmiş ve hemen hemen herkeste ayni olan) bir teknik kullanılmakta idi. Her ameliyatta burnun derisi geniş olarak kemik ve kıkırdaklardan ayrılmakta, septum denilen burnun orta direğinin kıkırdakları etrafındaki mukoza denilen örtüden sıyrılarak serbest hale getirilmekte ve ucu ile sırtı traşlanmakta, herkeste burun ucunu oluşturan kıkırdaklar önemli ölçüde inceltilmekte ve burun orta kısmını oluşturan kıkırdakların da hem uç kısımları hem de üst kısımları traşlanmakta idi. Burun kemikleri  törpülenir veya düzeltilirken alt taraflarını kaplayan örtü (tıp dilinde mukoza adı verilir) genellikle zedelenmekte ve yırtılmakta idi. Bütün bu yaralanmalar ameliyat sonrası bir miktar ağrı oluşturmakta idi. Son 10 yılda burun estetiğinde önemli değişmeler oldu. Artık burun ameliyatları en az kesi ve en az zedelenme ile yapılmaktadır. Ameliyat öncesi burunda hangi kısımların değişirilmesi gerektiği ameliyat öncesi belirlenmekte ve ameliyatta yalnız bu bölgelere ulaşmaya yetecek kadar küçük kesiler yapılmaktadır. Gereksiz yere bütün burun yapılarının orijinal konumları ve bağlantıları bozulmadığından ameliyat sonrası yok denecek kadar az bir ağrı olmaktadır. Prof. Dr. Ege Özgentaş’ın hastalarının önemli bir kısmı ameliyattan sonra ağrı kesici kullanmaya gerek duymadıklarını belirtmektedirler. Dr. Özgentaş da hastalarına ağrı duymadıkları takdirde ağrı kesici kullanmamalarını önermektedir. Günümüzde burun estetiği pratik olarak ağrısız veya çok az ağrılı bir ameliyat konumundadır.

Ameliyat sonrası burun ucunun düştüğü söyleniyor doğru mu?

Pek çok kişi ameliyat sonrası burun ucunun kalkık görünmesini ister. Burun ucunda yapılan işlemler başlangıçta belirli bir kalkıklık sağlar. Ancak alt yapı iyi ayarlanmamış ise ameliyat sonrası erken dönemde kalkık görünen burun ucu birkaç hafta sonra şişlerin inmesi ile gerçek şeklini alır. Bu son şekil hastanın istediği gibi değil ise genellikle “başlangıçta burun ucum güzeldi ama sonra düştü” şeklinde ifade edilir. Burada düşme kalkık olan burun ucunun daha inik bir hale gelmesi anlamında kullanılmaktadır. Ameliyattan bir süre sonra burun ucunun kalkıklığının önemli ölçüde azalmasının en büyük nedeni ameliyat planlamasının veya uygulamasının iyi yapılmamasıdır. Güzel yapılmış burunlarda şişler indikten sonra bile burun şekli güzelliğinden bir şey kaybetmez. İyi planlanarak şekillendirilen burun ucu zamanla düşmez.

Ameliyat sonrası buruna neden alçı ve bandaj yapılmaktadır?

Bir eklemimiz burkulduğunda şiştiğini hepimiz farketmişizdir. Ayni şekilde yüzümüze darbe aldığımızda da o bölge şişer. Her yaralanan bölgede belli miktarda vücut sıvısı toplanır. Buna ödem adı verilir. Burun ameliyatı sonrası da deri ile kemik ve kıkırdaklar arasında sıvı toplanması olur. Özellikle yumuşak olan gözkapakları buruna komşu oldukları için buradaki şişme kolaylıkla gözkapaklarında yayılır ve görünür bir şişlik bazan da morluk (tıp dilinde ekimoz adı verilir) oluşturur. Burun sırtına konulan bandaj mekanik baskı etkisi ile deri altındaki boşluğu azaltır ve şişmeyi bir miktar önler. Burun estetiğinde genellikle burun kemiklerini kırmak ve yerlerini değiştirmek gerekir. Bu işlemden sonra burun sırtına konulan alçıdan kalıp hem kemiklerin kımıldamadan yerlerinde sabit kalmalarını sağlar hem de mekanik bası etkisi ile şişmeyi azaltır. Prof. Dr. Özgentaş kemiklerin kırılmadığı burun estetiği ameliyatlarında alçı kullanmamakta yalnız bandaj yapmaktadır.

Burun estetiği sonrası ne zaman çalışmaya başlayabilirim?

Günümüzde burun estetiğinden birkaç saat sonra hasta ayağa kaldırılmakta, normal yemeğini yemekte ve baş dönmesi yok ise zorlamadan günlük işlerini yapmasına izin verilmektedir. Hastaların çoğu ağır iş yapmamak ve fazla yorulmamak kaydı ile ameliyattan bir gün sonra bile çalışabilirler. Ancak ameliyat sonrası burundaki (varsa) alçı ve bandajlar ile göz çevresindeki şişlik ve (varsa) morluk etraftakilerde rahatsız edici bir izlenim bırakmaktadır. Genellikle sosyal nedenlerden hastalara en az bir hafta toplum içinde fazla görünmemeleri önerilmektedir. Prof. Dr. Özgentaş burun sırtındaki alçıyı bir hafta sonra çıkartmakta ve yerine daha az genişliği olan bir  bandaj koymaktadır. Bu bir hafta zarfında göz çevresindeki şişlik ve (varsa) morluk ta önemli ölçüde azalmakta veya kaybolmaktadır. Bu bakımdan bazı hastalar ameliyattan bir hafta sonra burun sırındaki küçük bir bandaj ile işbaşı yapabilmektedir. Dr. Özgentaş bütün hastalarında iki hafta sonra bandajların tamamını alarak işbaşı vermektedir. Özetleyecek olursak burun estetiğinden iki hafta sonra kişi normal işine ve yaşamına dönebilir.

Burun estetiği sonrası burnumu ne kadar süre ile korumalıyım?

Burun estetiği sonrası kemik ve kıkırdaklar iki hafta sonra oldukça ciddi bir sağlamlığa ulaşırlar. Bu sağlamlık giderek artar ve 3 ay sonra kırılmamış durumdaki sağlamlığa yakın bir hal alır. Öyle düşünüldüğü gibi ameliyat sonrası ilk aylarda hafif bir darbe ile burnun kırılması ve eğrilmesi mümkün değildir. Ancak ciddi darbeler ameliyat sonrası kırılmalara yol açabilir. Kuvvetli darbelerin hiç ameliyat geçirmemiş burunları da kıracağı unutulmamalıdır. Burun ameliyatlarından sonra arasıra görünen bir istenmeyen durum (komplikasyon) burun kanamalarıdır. Aşırı zorlama ve ıkınma kan basıncını arttırarak burun kanamalarına neden olabilir. Bu nedenle ameliyat sonrası ilk 2 hafta hastalara aşırı zorlamalardan ve ıkınmadan kaçınmaları, başlarını yere eğerek bir şeyler aramamaları önerilir. Hapşırık gelirse içlerinde tutmadan havanın rahatça ağızdan çıkabileceği şekilde hapşırmaları istenir. Dr. Özgentaş hastalarına ağrı duymadıkları hareketleri yapmalarını ama ağrıya yol açan hareketlerden kaçınmalarını önerir. Örnek verirsek kişi ameliyat sonrası burnuna dokunduğunda artık ağrı duymuyor ise rahatça burun içine su çekerek burnunu temizleyebilir. Bu süre kimilerinde 3 hafta olabileceği gibi bazı hassas kişilerde 6-8 haftaya kadar uzayabilir.

Ameliyat sonrası burnuma tampon konulacak mı? Tampon çekilirken çok ağrı olur mu?

Eskiden burun ameliyatları sonrası kanamayı önleyeceği düşünülerek herkeste burun deliklerine tampon yerleştirilir ve en az 3 gün burada tutulurdu. Günümüzde pek çok meslektaşı gibi Prof. Dr. Ege Özgentaş da burun estetiği sonrası genellikle buruna tampon koymamaktadır. Ameliyat sonrası burun delikleri açık olan ve buradan nefes alabilen hasta çok rahatlamaktadır. Bunun tek istisnası burun içinde deviasyon dediğimiz önemli hava yolu tıkanmasına neden olan eğriliklerdir. Burun ortasındaki septum adı verilen kıkırdak perde çeşitli nedenler ile bir tarafa doğru yatabilir ve hava yolunu daraltarak veya tıkayarak burundan zor nefes alınmasına neden olabilir. Bu durumlarda ortadaki kıkırdağa (septuma) bazı düzeltici işlemler yapılır. Daha sonra kıkırdak perdenin (septumun) düzgün şekilde iyileşmesi için ona iki tarafından destek vermek gerekir. Bu destek yumuşak silikon plakalar ile verilebilir ve kişi bu silikon plakaların etrafından rahatça nefes alıp verebilir. İhtiyaca göre bu silikon plakalar bir hafta ile üç hafta arasında burun içinde kalır. Silikon plakalar ağrısızdır ve hasta bunların burun içindeki varlıklarını bile hissetmez. Çıkartılmaları da çok kolay ve ağrısızdır. Bu silikon plakalar ile verilen desteğin yalnızca burun içinde deviasyonu olan az sayıda hastada kullanıldığını tekrarlamakta yarar vardır.

Ameliyat sonrası burnumun görüntüsü ne zaman son şeklini alır?

Burun estetiği sonrası bir miktar şişlik olacağından bahsetmiştik. Ameliyat sonrası ikinci hafta şişlik önemli ölçüde azalır ve kişi normal hayatına döner ancak tamamen kaybolmaz. Ameliyat sonrası birinci ay şişlik azalmış ve burun normaline %75 ölçüde dönmüştür. Ameliyat sonrası 3. ayda burun normal şeklinin %90 nına ulaşır. 1 ve 3 ay arasındaki değişimi hasta zor farkeder. 3. aydan sonra da burunda hafif değişmeler olur ve bunlar yıllarca sürer. Bu değişiklikler genelikle hasta ve çevresi tarafından farkedilmez ve yalnız fotoğraflar incelendiğinde anlaşılır. Ameliyattan sonra alçılar açıldığında hemen hemen her burun güzel görünür. Ancak kusurlar ameliyat sonrası birinci ayda farkedilmeye başlar ve 3. ayda belirgin hale gelir. Deneyimli ellerde güzel yapılmış bir burun yıllar içinde hafif değişikliklere uğrasa da doğallığı değişmez ve 15-20 yıl sonra bile güzelliğini korur. Deneyimsiz ellerde veya uygun olmayan teknikler ile yapılmış burun ise ameliyattan sonra 3. ayda hatalarını göstermeye başlar ve yıllar ilerledikçe görüntü doğal olmayan ameliyatlı burun görüntüsüne döner.

Ameliyattan sonra koku alma duyum azalır mı?

Hayır azalmaz. Koku duyusunun azalması için burnun derinlerindeki beyine yakın kısımlarda bir hasar oluşması gerekir ki bu da deneyimli ellerde yapılan bir ameliyatta yok denecek kadar düşük bir ihtimaldir.

Narkozdan korkuyorum burun estetiği narkozsuz yapılablir mi?

Evet yapılabilir. Ancak Prof. Dr. Ege Özgentaş ameliyatlarını genel anestezi altında yani tam uyutarak yapmayı tercih etmektedir. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Birincisi günümüzde genel anestezi (yani narkoz) son derece güvenli hale gelmiştir. Artık hastayı uzun süre uyutmak veya arka arkaya anesteziye almak eskiye göre çok daha kolaydır ve riskler önemli ölçüde azalmıştır. Genel anestezi hasta için çok rahattır. Hasta yalnızca hiçbir ağrı hissetmeden uykuya daldığını ve uyandığını hatırlamakta ve ameliyat sıkıntısını hiç yaşamamaktadır. Lokal anestezi altında özellikle ameliyat uzadığında hasta sıkıntı duymaya başlayabilmekte ve bu da stresini arttırarak kanamasını arttırabilmekte bu ise cerrahın içini zorlaştırabilmektedir. Buna karşılık küçük ve kısa süreli burun ameliyatları rahatlıkla lokal anestezi altında (yani tam uyutmadan) yapılabilir.

Burun estetiği sonrası sinüzitim ve baş ağrılarım veya horlamam düzelir mi?

Burun estetiği sinüzit, horlama veya baş ağrısı tedavisi için yapılmaz. Ancak estetik burun ameliyatlarında burunda görünen eğrilikler var ise iyi bir sonuç almak için bu eğriliklerin düzeltilmesi gereklidir. Bazı olgularda burun içinde yapılan bu düzeltmeler kişiyi rahatlatabilmektedir. Kural olarak sinüzit, horlama veya başağrısı gibi hastalık veya şikayetlerin tedavisi ilgili branşlardaki hekimler tarafından yapılmalıdır ve bu tür tedavi edici ameliyatlarda burun şeklinde bir düzelme yani estetik bir sonuç beklenmemelidir.

Burun şeklimin sevdiğim bir artistin burnu gibi olmasını istiyorum. Bu mümkün mü?

Herkesin kendine göre bir güzelliği vardır ve her güzel kişinin burnu ayni görünümde değildir. Başka bir deyişle bazı yüzler burun büyük olduğu halde güzel görünebildiği gibi bazı yüzlerde küçük bir burun olduğu halde güzel bir görüntü olmayabilir. Güzellik ölçülerle değil çevredeki yapılarla olan uyuma göre değerlendirilir. Bu nedenle Prof. Dr. Ege Özgentaş her hastada yüz yapılarına göre ayrı bir burun şekli planlamakta ve asla belirli kalıpları kullanmamaktadır. Elinde bir resim ile gelerek “böyle bir burun istiyorum” diyen hastalarda yüz yapıları incelenmekte ve istekleri gerçekci değil ise bu durum kendilerine anlatılmaktadır. Hasta arzu ettiği takdirde bilgisayarda en uygun burun şeklinin birlikte planlanması önerilmektedir.

Ameliyat sonrası burun şeklim istediğim gibi olmaz ise ne yapılabilir?

Her estetik cerrah ameliyatlarında elinden gelen bütün özeni göstererek en iyi sonucu almaya çalışır. Ancak bazı burun estetiklerinde ne kadar özenli çalışılırsa çalışılsın beklenen sonuç alınamayabilir. Dünyanın en deneyimli estetik cerrahlarında bile sonucun istenildiği gibi olmama ihtimali %10 dur. Yani her 10 burun ameliyatından birinde ne kadar dikkat edilirse edilsin sonuç beklendiği kadar güzel olmayabilir. Bu durumda yapılabilecek tek şek makul bir süre sonra tekrar yeni bir burun ameliyatı yapmaktır. Bu makul süre genellikle ilk ameliyattan bir yıl sonrasıdır. Daha iyi bir sonuç almak için ilk ameliyattan iki yıl sonra düzeltme ameliyatının yapılması önerilir. Bu düzeltme ameliyatları lokal anestezi ile yapılan küçük bir işlem olabildiği gibi ilk ameliyatın tekrarlanması şeklinde büyük bir ameliyat da olabilir. Genellikle bu tür düzeltme ameliyatlarında hastadan yalnızca hastane masraflarını ödemesi istenir ve doktor parası alınmaz. Bu tür istenmeyen sonuçlar doktor hatasından ziyade elde olmayan nedenler ile (kıkırdakların iyileşirken şekil değiştirmesi veya bazı kıkırdakların zamanla beklenmeyen şekilde erimesi gibi) ortaya çıktığı için önlenmesi mümkün olmayan aksilikler olarak değerlendirilmelidirler.

İlgili bağlantılar:

Avrupa Plastik Cerrahi Birliği kongresine Türkiye damgasını vurdu

Avrupa Plastik Cerrahi Birliği (EURAPS) bilimsel kongresi 26-28 Mayıs 2016 tarihleri arasında Brüksel’de yapıldı.

Avrupa’nın en elit Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi uzmanlarının üye olabildikleri bu kongrede özellikle genç Türk Plastik Cerrahları göz doldurdu. Tüm Avrupa ülkelerine dağıtılan toplam 6 fellow’luk burslarından iki tanesini Genç Türk Plastik Cerrahları kazandı. Ayrıca Türkiye’den sunulan çok sayıda bilimsel bildiri de ilgi ile izlendi.

Kongre açılışını Belçika Prensesi Lea yaptı. Monarşinin bir ferdi olmasına karşın son derece sade giyimi, mütevazi ve alçak gönüllü davranışları ile Prenses Lea herkesin sempatisini kazandı.

Kongrede sunulan bildiriler sıkı bir seçimden geçirildiği için bilimsel açıdan çok yüksek düzeyde idiler. Bilimsel değerinin yanında konuklarına özel sosyal  aktiviteleri ile de ünlü olan kongre bu kez de düzenlediği iki ayrı gece ile geleneğini sürdürdü.

Otomobil Müzesi’nde yapılan “Gala Yemeği” ilginç bir sanat çalışmasına evsahipliği yaptı. Belçika’lı sanatçıların hazırladığı dev bir resim sahnenin arkasını kaplıyordu. Resme dikkatli bakıldığında küçük tablo parçalarının oluşturduğu dev bir mozaik olduğu dikkati çekiyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde sanatçılar çalışma tulumları ile birlikte bu mozaikleri tek tek kaldırdılar ve bu küçük resimcikleri (hepsi özgün olarak yağlıboya ile yapılmışlardı) konuklara hediye ettiler. Kaldırılan mozaik tabloların altından meşhur çizgi roman kahramanı Tenten’in resmi çıktı.

Kongre kapanış yemeği ise çizgi roman müzesinde yapıldı. Her iki müze de ilginç eserler ile dolu idi. Tenten başta olmak üzere pek çok çizgi romanın yaratıldığı Belçika sanatta oldukça ileri düzeyde olduğunu konuklarına gösterdi.

Kendine özgü mutfağı ile de katılımcıların beğenisini alan Belçika Brüksel’in temizliği ve güzelliği, halkın güleryüzlülüğü ve konukseverliği ile dikkati çekti.

Meme büyütmede silikon protezlerin rakibi yağ enjeksiyonu

Meme büyütme ameliyatı hala tüm dünyada en sık yapılan estetik ameliyatların başını çekmektedir.

Meme büyütme ameliyatında en sık kullanılan metod silikon meme protezleri kullanmaktır. 1960 lı yıllarda kullanılmaya başlayan silikon meme protezleri giderek her yıl geliştirilmekte, giderek daha saf silikon içermekte ve daha güvenli hale getirilmektedir.

Ancak ne kadar güvenli olurlarsa olsunlar silikon protezler vücut için bir yabancı maddedirler. İnsanların önemli bir kısmında silikon vücut tarafından zararsız olarak algılanıp iyi kabul görmektedir. Ancak düşük bir oranda da olsa bazı bünyeler silikonu rahat kabul etmemektedirler. Bu durumda silikon etrafında “kapsül” adını verdiğimiz koruyucu bir duvar oluşmakta ve kişide çeşitli rahatsızlıklar yaratmaktadır. Bu bu rahatsızlık nadiren silikon protezin çıkartılmasına neden olacak kadar ileri düzeyde olabilmektedir.

Yağ enjeksiyonları 30 yıldan uzun bir süredir deri altındaki küçük çöküklükleri doldurmak için kullanılmaktadır. Ancak son 15 yılda bu konuda yapılan çalışmalar enjekte edilen yağların tutma yani kalıcı olma şansını büyük ölçüde arttırmıştır.

Yaşam boyunca çeşitli olaylar (kaza, tümör çıkartılması, felç gibi hastalıkların sekelleri, doğuştan olan bozukluklar) insan vücudunda büyük miktarda yumuşak doku eksikliğine yol açabilmektedir. Bunun en bilinen örneği kanser nedeni ile memenin alınmasıdır. Meme kanseri ameliyatı sonrası ortaya çıkan eksikliğin düzeltilmesi Plastik Rekonstrüktif Cerrahi’nin başarı ile gerçekleştirdiği işlemlerden biridir. Tıpta “meme rekonstrüksiyonu” diye bilinen yeni meme yapılması önceleri çeşitli vücut dokularına yer değiştirme ve/veya silikon protezler kullanılarak yapılmakta idi. Başarılı sonuçlar alınmasına karşın bu işlemler genellikle ciddi operasyonlar ile gerçekleştirilebiliyorlardı.

Memesi alınan kişinin kendi yağı enjekte edilerek yapılan yeni memeler önceleri pek çok cerrah tarafından eleştiri ile karşılandı. Ancak zaman içinde çok güzel sonuçların ortaya çıkması bu metodun giderek daha fazla kabul görmesini sağladı.

Yeni meme yapımında gözlenen bu başarı yağ enjeksiyonlarının meme büyütme işlemlerinde de kullanılmasına yol açtı. Yağ enjeksiyonunun silikona göre en büyük avantajı vücudun kendisine ait bir doku olması ve bir kere tuttuktan sonra uzun dönemde herhangi bir sorun çıkarmamasıdır. Meme büyütme veya yeni meme oluşturma için verilen yağların zamanla erime riski geçmişte uzun süre tartışılmış ve bu metodun rağbet görmemesine neden olmuştu. Ancak son gelişmeler doğru bir teknik ile enjekte edilen yağın çok yüksek oranda tuttuğunu ve kalıcı olduğunu göstermiştir. Bu işi doğru yapabilen cerrahların elinde yağ enjeksiyonları mükemmel sonuçlar vermektedir.

Yağ enjeksiyonları ile meme büyütme veya yeni meme yapma işleminde en büyük sorun kişinin yeterli yağının olmadığı durumlardır. Çok zayıf kişilerde yeterli yağ bulmak sorun olabilmektedir. Böyle durumlarda zorlukla alınan az miktadaki yağın tamamının tutması çok büyük bir önem kazanmaktadır. Ne kadar zayıf olursa olsun herkeste deri altında bir miktar yağ vardır. Bu yağları zedelemeden alabilen teknikler geliştirilmektedir. Bunlardan biri de su basıncını kullanarak yağları canlı olarak küçük parçalara ayırmak ve dışarı çekmektir. Piyasada bu işi yapan aletler mevcuttur ve her yıl gelişmiş modelleri çıkmaktadır. Ayrıca eskiden ultrasonik enerji ile parçalanarak çekilen yağların ölü olduğu ve işe yaramıyacağı düşünülürken son zamanlarda bu şekilde çekilen yağların da enjekte edildiğinde tuttuğunu yani vücutta kaldığını bildiren cerrahlar da mevcuttur.

Prof. Dr. Ege Özgentaş uygun hastalarında hem meme büyütme hem de memesi alınmış kişilerde yani meme yapma işleminde kişinin kendi yağını enjekte etmeyi tercih etmektedir.

Yağ enjekte ederek meme büyütme veya yenisini yapmanın bir dezavantajı da çok seanslı bir işlem olmasıdır. Enjekte edilen yağ diğer sağlam dokular arasında küçük parçalar halinde dağılmalıdır. Bir yere topak halinde yağ kitlesi verildiğinde genellikle kan damarları topağın içine giremediğinden yağlar canlı kalamamakta ve ölerek erimektedir. Meme kanseri sonrası göğüs duvarında çok ince bir deri ve göğüs kasları kalmaktadır. Bu bölgeye verilebilecek yağ miktarı sınırlıdır. Bu miktar verilip tutması beklendikten sonra (genellikle 3 veya 4 ay alır) yeni bir yağ enjeksiyonu yapılabilir. Daha önce verilen yağlar da bir hacim sağladığından bu kez daha fazla miktarda yağ verme olasılığı vardır.

Çok seanslı ameliyatlar genellikle hastaları korkutur. Bunun en önemli nedenlerinden biri her seferinde genel anestezi almak ve hastanede yatmaktır. Yağ alınması anestezi altında yapılması gereken bir işlemdir ve genellikle tam (genel) anestezi daha rahat bir ortam sağlar. Buna karşılık yağların enjekte edilmesi lokal anestezi altında yapılabilecek daha kolay bir işlemdir. Prof. Dr. Ege Özgentaş meme büyütme yapacağı hastalarda ilk ameliyatta ihtiyaçtan daha fazla yağ almakta ve kullandıktan sonra kalanının dondurarak saklamaktadır. İkinci seansta (3-4 ay veya daha fazla bir süre sonra) daha önce dondurulan yağların ihtiyaç duyulan kadarı eritilmekte ve hastayı uyutmadan lokal anestezi ile ilgili bölgelere enjekte edilmektedir. Hastanede yatmaya gerek göstermeyen bu işlem sonrası hasta hemen günlük hayatına devam edebilmekte ayni gün banyosunu yapabilmekte ve önemli bir ağrı veya rahatsızlık duymamaktadır. Bu metod tedavi masraflarını da önemli ölçüde azaltmaktadır.

Araştırmalar ve teknik ilerledikçe yağ enjeksiyonlarının öneminin ve kullanım alanlarının çok genişleyeceği açıktır.

Silikon protez üreticileri şimdiden gelecekte ürünlerinin ne kadar satılacağını hesaplamaya ve önlem almaya başladılar sanırım.

İlgili bağlantılar:

Türk Plastik Cerrahi Derneği’nin “Saç Ekimi” Uyarısı

Türk Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Derneği Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Derya Özçelik’in 17 Mayıs 2016 tarihinde Medimagazin sitesinde yayınlanan yazısını aynen aktarıyoruz:

Türkiye’de sağlık turizminin lokomotifi ‘saç ekimi’ nereye gidiyor?

Plastik cerrahinin temel amaçlarından biri, kişinin görünümünü iyileştirerek kendisiyle ve çevresiyle barışık bireyleri topluma kazandırmaktır. Saç ekimi de bu amaca hizmet eden estetik amaçlı yapılan cerrahi bir tedavidir, bir doku nakil işlemidir. Doku nakilleri plastik cerrahide gerek kaybedilen dokuları onarmak gerekse estetik amaçlı sürekli kullanılırlar. Ülkemizde çok ileri konumda olan plastik cerrahi bilimi ve uygulamaları saç ekimine aktarılmış ve 10 yıl gibi kısa bir sürede dünya liderlerinden olmamızı sağlamıştır.

Kaş, sakal, bıyık ekiminde de saç kullanıldığından, saç ekimi kapsamına kaş, sakal bıyık ekimi de girmektedir. Yüz germe gibi ameliyatlara veya kazalara bağlı saçlı derideki izlerin ya da dudak sakal bölgesindeki izlerin (örneğin;dudak yarığı ameliyatı sonrası) de saç ekimi ile kamufle edilmesi mümkündür.

Saç ekimi ameliyatları ülkemizde yoğun olarak yapılmakta ve yurtdışından da çok sayıda hasta gelmektedir. Bu hizmetin öncelikle hasta güvenliğini sağlayan standartlarda yapılması hem biz plastik cerrahların hem de yasa koyucu ve denetleyici mekanizmanın sorumluluğundadır. Ancak günümüzde saç eken yerlerin hepsinin uygun standartlarda olduğu söylenemez.

Saç ekiminde temel standartlar şunlardır:

  1. Ameliyatı plastik cerrahın yapması
  2. Yardımın hemşire/sağlık memuru tarafından yapılması
  3. Ameliyathane koşullarının sağlandığı ortamda yapılması
  4. Bütün ameliyatlar için gerekli koşulların sağlanması (sterilite, ağrı kontrolü, damar yolu açılması..)
  5. Takibin ameliyatı yapan ekip tarafından gerçekleştirilmesi

STANDARTLARI SAĞLAMAYAN YERLERDE KARŞILAŞABİLECEĞİNİZ DURUMLAR:

  • Ameliyatı yapacak kişinin kendini plastik cerrah olarak tanıtması, ancak sonra olmadığının öğrenilmesi
  • ‘Saç ekimi uzmanlığı’ adında bir uzmanlık alanı olmamasına rağmen kişilerin kendilerini saç ekim uzmanı olarak tanıtması
  • Söylenen sayıda greft ekilmemesi (yani 4000 greft ekileceğinin söylenip 1000 greft ekilmesi)
  • Ameliyatın ameliyata uygun olmayan koşullarda gerçekleştirilmesi
  • Sterilite koşullarına dikkat edilmemesi (bir hastada kullanılan aletlerin başka hastada da kullanılması)
  • Ameliyatın başından sonuna kadar hemşireler tarafından yapılması
  • Yardımcı personel olarak ameliyata giren kişilerin hemşire/sağlık memuru olmaması

STANDARLARI SAĞLAMAYAN YERLERDE KARŞILAŞABİLECEĞİNİZ SONUÇLAR:

  • Ekilen saçların yetersiz çıkması veya hiç çıkmaması:
    Saç ekimi doğru ellerde hasta memnuniyeti yüksek bir işlemdir. Normal koşullarda ekilen saç greftlerinin %90’nın üzerinde tutması beklenir. Ancak kuralına uygun yapılmayan ekimlerde ekilen saçların hiçbirinin çıkmaması veya çok yetersiz çıkması gibi sonuçlar görülebilmektedir. Bu durum genel olarak teknikteki hatalara bağlıdır. Saç köklerinin alırken veya ekerken hasarlanması, uygun olmayan sıvıların cilt altına enjeksiyonu, ya da uygun olmayan yıkama solüsyonları gibi farklı nedenlerden kaynaklanabilmektedir.
  • Enfeksiyon:
    Şaçlı deri iyi kanlanan bir bölge olmasına rağmen steriliteye dikkat edilmediğinde oluşabilir.
    Aynı zaman diliminde çok sayıda saç ekilen bazı merkezlerde aynı aletin birden çok hastaya steril edilmeden kullanılması sonucunda da enfeksiyon görülebilir. Burada temel kaygımız hepatit B, hepatit C ve AIDS gibi hastalıkların bulaşmasıdır.
  • Yanlış tasarım:
    Yön ve açıların doğru planlanmamasına bağlı görünüm bozukluğu
    Ön saç çizgisinin yerinin ve şeklinin yanlış planlanması
  • Verici alanda, çok fazla sayıda greft alınması sonucu, kontrolsüz seyrelme
  • Lokal anestezi ilaçlarının yanlış kullanımına bağlı sorunlar:
    Saçlı deriye lokal uygulanan adrenalin ve anestezi ilaçları ehil olmayan kişilerin elinde ölümcül silaha dönüşerek kalp krizine, tansiyonun kontrolsüz yükselmesine neden olabilir. Bu ilaçların normalden fazla uygulanması bazen de saçlı derinin kanlanmasını bozarak doku ölümlerine (nekroz) yol açabilir.
    Bütün ameliyat yardımcı sağlık personeli olan hemşireler tarafından götürülüyorsa ortam çok güvenli değildir.

BİLİNMESİ GEREKEN DİĞER KONULAR:

Bazı ek tedavilerin ‘mucize’ olarak tanıtılması:

Saç Aşısı (ACell Micromatrix)

Türkiye‘de saç çıkarmada devrim olarak tanıtılan saç aşısı’nın saç çıkardığını gösteren deneysel ve klinik araştırmalar henüz yoktur. ACell Micromatrix ilaç değil, tıbbi cihaz kategorisindedir. Bazal membran ve kollajen içeren ekstrasellüler matriksdir. Amerika Birleşik Devletleri Sağlık Bakanlığı (FDA) onayı yara iyileşmesi üzerinedir. Saç çıkarma veya güçlendirme ile ilgili onayı yoktur (14 Tem 2015). Toz formunda olduğu için hastanın kendi kanı ile karıştırıp saçlı derisine enjekte edildiği görülmektedir. Oysaki üretici firma kullanım şeklini yara üzerine uygulama olarak belirtmiş, ciltaltı enjeksiyonu tanımlanmamıştır.
http://acell.com/micromatrix/

Saç Klonlaması (kopyalaması)

Saç klonlaması ile kast edilen, saç yapan hücrelerin ve hücrelerin oturduğu çatının birebir aynısını üretmektir. Çok kompleks yapıya sahip deriyi kopyalamak karaciğeri kopyalamaktan daha zordur. Günümüzde laboratuvar koşullarında bile saç klonlama yapılamamıştır. ‘Saç Klonluyoruz’ tarzındaki haberlere itibar edilmemelidir.

SON SÖZ

Alınan başarılı sonuçlar sayesinde ülkemizde sağlık turizminin lokomotifi olan saç ekimi, aynı zamanda bu konuda ehliyeti olmayan kişilerin de pazarı halindedir. Hastaların konu hakkında yeterli bilgi sahibi olmamasını istismar eden kişi ve kurumların sayısı her geçen gün artmaktadır. Ayrıca gerçeği yansıtmayan pazarlama yöntemleri ile de hastalar yanlış yönlendirilmektedir.

Uygun yasal düzenlemelerin yanı sıra düzenli kontrol mekanizmaları kurarak saç ekimi yapan kişi ve kurumların denetlenmesi, standartların konulması gerek toplum sağlığı açısından gerek ülkemizin yurtdışındaki imajı açısından hayati önemdedir.

Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği (TPRECD) olarak saç ekimi kursları düzenleyerek, medyada bilgilendirme yaparak, uygunsuz işlem yapan yerleri ilgili kurumlara bildirerek saç ekiminde bütün ameliyatlar için geçerli standartların uygulanması ve hasta güvenliğinin sağlanması için azami gayret göstermekteyiz.

Prof. Dr. Derya Özçelik

TPRECD YÖNETİM KURULU Adına

Not: Yazıyı yayınlandığı sitede okumak isterseniz aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız:
http://www.medimagazin.com.tr/hekim/genel/tr-turkiyede-saglik-turizminin-lokomotifi-sac-ekimi-nereye-gidiyor-2-12-70197.html

Bir “Anneler Günü” nün ardından

Dünyanın birçok yerinde Mayıs ayının ikinci Pazar günü kutlanan “Anneler Günü” dün yurdumuzda da kutlandı.

Anneliğin ne güçlü bir duygu olduğunu kelimeler ile ifade etmek çok zordur. Bir bebek dünyaya getirip onu topluma kazandırırken yapılan fedakarlıklar her zaman takdirle anlatılır. Ancak annelerin bedenlerinden verdikleri kayıplar genellikle gözden kaçar. Doğum canlıların soylarını sürdürebilmeleri için gerekli bir olaydır. Ama anne vücudunda yaptığı değişiklikler her zaman masum olmamaktadır.

İster zayıf ister şişman olsun her anne doğum öncesi aylaca karnında giderek büyüyen bir bebek taşımaktadır. Bunun en görünen sonucu karın derisinin 6 ay gibi kısa bir sürede aşırı derecede gerilmesidir. Bazı annelerde doğum sonrası gerilen karın derisi tekrar eski haline dönebilmekte ve gözle görünen bir şekil bozukluğu olmadan vücut eski formunu kazanmaktadır.

Ama her anne o kadar şanslı değildir. Aşırı bir şekilde gerilen karın derisinde bazan iç kısımlarda yırtılmalar olabilmektedir. Derinin en dış tabakası sağlam olduğu için bu yırtıklar başta farkedilmezler. Ancak ister derinin altında ister üstünde olsun her yırtık bir yaralanmadır ve sonunda bir yara izi bırakarak iyileşir. Tıp dilinde “stria” olarak adlandırılan çatlaklar aslında içerden yırtılan karın derisinin iyileşmesinden sonra ortaya çıkan yara izlerinin görüntüsüdür.

Gebelikte karın duvarında görülen ikinci sorun ise kaslar ve bunları çevreleyen kılıflardan (fasya) oluşan karın duvarında görülür. Bazı annelerde gebelikte aşırı gerilen karın kasları doğum sonrası eski gerginliklerine dönebilir ve karın eski görünümünü alabilir. Ama bazı annelerde aşırı gerilen kaslar doğum sonrasında eski gerginliklerine dönemeyebilir ve karın eskisi kadar sıkı olamaz. Bu da karında bombelik oluşmasına yol açar. Ayrıca karın duvarının aşırı gerilmesi kaslarda ve bunları saran kılıflarda (fasya) yırtılmalara yol açabilir. Bunun sonucu ise karın duvarında ve göbekte görünen fıtıklardır.

Bebeğin beslenmesi anne sütü ile olur. Bu sütü hazırlayan memeler doğum sonrası genişler. Bu genişleme ayni karında olduğu gibi meme derisinde de çatlaklara yol açabilir. Emzirme bittikten sonra memeler tekrar küçülür. Ancak genişlemiş olan meme derisi bu küçülmeye ayak uyduramaz ise memelerde sarkma olabilir.

Normal bir doğumda çocuk dışarı çıkarken annenin genital organlarında genişlemeye hatta bazan yırtılmalara yol açabilir. Bu durum bazan cinsel hayatı olumsuz etkileyecek sonuçlar doğurabilir.

Karın, memeler ve genital bölgelerde gözlenen bu değişiklikler doğum sayısı arttıkça daha da belirgin hale gelir.

Talihsiz annelerde yukarıda saydığımız olaylar güzel bir kadını anne olduktan sonra daha az çekici hale getirebilir. Annelerin bebek yaparken ödedikleri bu bedel hafife alınamayacak kadar önemlidir.

Estetik cerrahinin uğraşları arasında annelere doğum öncesi vücut görüntülerini geri kazandırmak da vardır.

Karın bölgesinde oluşan bozukluklar karın germe (abdominoplasti) ameliyatı ile düzeltilir.

Memelerde ortaya çıkan bozukluğa göre dikleştirme büyütme veya küçültme işlemleri yapılır.

Genital bölgede ise çeşitli yöntemler ile sıkılaştırma işlemleri yapılır.

Sonuç olarak çocuk sahibi olmanın vücuttaki bedelini yalnız anneler ödemektedir. Biz estetik plastik cerrahi uzmanları annelerimize eski form ve çekiciliklerini kazanmaları için çeşitli ameliyatlar ile yardımcı olmaktayız.

Hakları hiçbir şekilde ödenemiyecek olan annelerin bu özel günlerini kutluyoruz.

İlgili bağlantılar:
Doğum sonrası eski vücut görüntüsünü korumak